Dâhi Prens’in Ülkeyi Borç Batağından Kurtarma Kılavuzu. (İhanet ne olacak ya?) - C1 Bölüm 1.2
- Home
- Dâhi Prens’in Ülkeyi Borç Batağından Kurtarma Kılavuzu. (İhanet ne olacak ya?)
- C1 Bölüm 1.2 - ADI WEİN SALEMA ARBALEST
Çeviri: MrVeraguth
Özet
Bu zayıf ve küçük ülkenin Prensi yalnızca tek bir şey için çabalıyor. Ülkesini satıp rahat bir emeklilik hayatı sürmek. Ne yazık ki bu yolda en büyük kösteği kendi dehası oluyor. Daha büyük işler başardıkça tebaasından daha fazla saygı ve sempati kazanıyor. Bu da hayalini gerçekleştirmeyi daha da zorlaştırıyor.
1. BÖLÜM: ADI WEİN SALEMA ARBALEST (2. KISIM)
Yerdiyar İmparatorluğu Varno Kıtasının doğu kısmında yer alan büyük bir devletti.
Ilıman bir iklim ve bereketli topraklar ile kutsanmış olmakla beraber madenler bakımında da zengin, kıtanın en verimli göllerinden birindeki balıkçılık alanlarına olan erişimleri ile iftihar eden İmparatorluk her şeye fazlasıyla sahip, geniş bir bolluk ummanı içerisindeydi.
Bu yüzdendir ki kuruluşu itibarıyla tarihi boyunca pek çok kez istilaya uğramıştır. Bu mütemadi istila silsilesini def etmek için İmparatorluk odağını askeri gelişime yoğunlaştırmıştı ki kimse idrak edemeden evvel kıtadaki en azametli devlet olup çıkmıştı. Şu anki İmparator tahta çıktığında bu askeri gücü komşu devletleri teker teker buyruğu altına sokmak için kullandı. Kıta tek bir sancak altında birleşmeye ilk defa bu kadar yakınlaşmıştı.
En azından bu, İmparator hastalanana kadarki durumdu.
“Ve böylece Prens Wein Salema Arbalest hakkındaki raporumu bitirmiş bulunuyorum.”
“Teşekkürler.” Binanın ona ayrılmış bir odasında yaveri raporunu bitirmişken Fyshe Blundell hafifçe iç çekti.
Fyshe yirmilerinin ortasında görünüyordu. En çok göze çarpan özelliği sırma sarısı saçlarıydı ki billur çehresini çevreliyorlardı. Fakat yazık ki güzelliğin tek özelliği olduğunu sananlara. Hâlihazırda Natra Krallığı’nda İmparatorluğun elçisi olarak görev yapmaktaydı.
“Hmm, söylentiler doğruymuş anlaşılan: Kendileri hem feraset sahibi hem de müşfik biriymiş.”
“Evet. Milli ve beynelmilel düzeyde tahtın meşru varisi olduğu kabul ediliyor. Saltanat naibi olarak tayin edilmesine dahi itiraz eden pek olmadı.”
“Bu durumu çok kıskanıyorum hele ki kendi vatanımızın nasıl ters yüz olduğunu gördükten sonra. Bu bir yana, bugüne dek resmî bir şekilde tanışmamış olmamız ne yazık.”
“Gerçi, siz Natra’ya elçi olarak atandığınız vakit o da eğitimine devam etmek için İmparatorluğa gitmişti.”
Fyshe Natra Krallığı’na birkaç yıl önce atanmıştı. Sıkı ve ısrarlı anlaşmalar neticesinde kralla nispeten iyi sayılabilecek bir ilişki kurmuştu ki durumlar artık tamamen değişti.
“Acaba Prens bugün bizimle nasıl uğraşacak?”
“Muhtemelen doğrudan konuya girecektir ki girmemeyi göze alamaz. Direkt olarak burada konuşlanmış İmparatorluk askerlerinden bahsedeceğinden şüphem yok.”
Şu anda beş bin civarı İmparatorluk askeri Natra’da konuşlanmış vaziyette. Birtakım başarılı görüşmeler silsilesi neticesinde kraldan alınan resmî izin sayesinde vücuda gelmiş bir başarı. Ancak Fyshe ve yaveri bu askeri varlığın yerli halk tarafından endişe ve muhalefet ile karşılandığını biliyordu.
“Geri çekilmemizi mi isteyecek?”
“Tam olarak emin değilim. Görüşme sırasında onun fikirlerine dikkat etmemiz elzem fakat aynı esnada bir gözümüz de şahsiyetinin üstünde olsun. Bir krala yaraşır olduğunu söylemek kolay olsa gerek. Her şeyi göz önüne alırsak bir Flahm’ı tutmuş birisinin pekâlâ garip yahut şüpheli olduğunu söyleyebilirim.
“Ninym Ralei’yi mi kastediyorsun?”
“Başka kimi olacak. Tabii burada pek çoğunun yaşamış olduğunu biliyorum fakat İmparatorluktan başka ülkelerin de Flamları vassal yaptığını gördüğüme şaşırdım.”
“Ben de bu kanaatteyim. Ayrıyeten, bu krallığın onları kabul etmesinin geçmişi bizimkinden çok daha kadim. Natra batıdaki ülkelere alelacayip bir yer olarak görünüyordur zira onlar Flamlara yalnız köle muamelesi yapıyorlar.
“İmparatorluk kıtayı birleştirdiğinde bu tarz barbar, akla ve mantığa uymayan geleneklerle değerlerin de kökünü kazıyacağız… O hâlde, haydi görüşmeye doğru yola çıkalım.” Fsyhe sandalyesinden kalktı.
“Bu resmî bir iş için, ayaküstü birtakım hasbihâl haricinde, ilk defa bir araya gelişleriydi.
“Aldığımız bilgiler doğruysa gelişme kaydedemiyor oluşumuzun sonuna geliyoruz. Ne olursa olsun askerlerimizin burada kalması hususunu garanti altına almalıyız.” Metin bir azimle Fyshe görüşme için yola koyuldu.
…
“Fyshe Blundell eskiden Vanhelio’nun elçisiydi.” Diye yorumda bulundu Ninym Wein’i sarayın koridorlarında takip ederken görüşmedeki taraflar hakkında bilgiler veriyordu.
“Vanhelio hayli geniş bir batı ülkesi. Neden buraya geldi ki?”
Halk içerisindeyken konuşma biçimleri bir efendi ve hizmetkârı şeklindeydi. Bu üslup ile konuşmak zor gelmiyordu zira uzun vakit konuşma tarzlarında ve ses tonlarında git gel yaparak pratik yapmışlardı.
“Memleketinde vuku bulan siyasi hengâmenin ortasında kalıp sen İmparatorluktayken Natra’ya atanmış. Artık terfi edemiyor olsa dahi hâlâ fazlası ile kabiliyetli ve maharetli birisi.”
“O kadar iyiyse eminim ki bizim köy krallığımızda yaşamaktan bıkmıştır.”
“Esasen, ona göre, pek bir memnunmuş. Kaynağımızın belirttiğine göre gayet sarih bir biçimde politika ile uğraşmaktan bezdiğini söylemiş.”
Wein alayvari bir gülümseme takınarak “Anlıyorum. Durum ne olursa olsun ecnebilerin ülkemizi seviyor olduğunu duyduğuma sevindim. Ancak bahsettiğin kadar kabiliyetliyse bu görüşmenin kolay geçmesini beklemiyorum.”
“Sorunumuz işgalci İmparatorluk askerleri… Çetrefilli olacak.” Dedi Ninym.
Wein iç çekti ve kendi kendine evet, buna karşı çıkamam.
En başta, bu askerler niçin Natra’daydı? Kâğıt üzerinde bölgeyi talimler için kullanıyorlardı ancak tüm gerçek bundan ibaret değildi elbette.
Aktif pek çok faktör olmasına karşın hepsinin ana dayanağı Natra Krallığı’nın savunmasız bir coğrafi konumda olmasıydı.
Kabaca bir elips hayal edin. Bu Varno Kıtası olsun.
Sonrasında Devin Omurgasını hayal edin. Kıtayı tam ortadan ikiye bölen ve kuzeyden güneye uzanan bir sıradağlar silsilesi. Doğu ve batı arasında birer bariyer görevi gören bu dağlar, kıtanın iki yarısında birbirinden farklı kültürler, ideolojiler, ırklar ve politikaların oluşmasına sebebiyet verdi.
Tabii aralarında seyahat imkânsız değildi. Hatta son yıllarda iki yarıyı birbirine bağlayan birçok yol da yapılmıştı. Ne yazık ki bu yolların ekseriyeti yalnız ticaret ve ferdi seyahat için uygundu.
Bu yolların teşbihi insan vücudundaki damarlar ile mümkündür. Bu analojiyi kullanırsak bir atardamar pek çok askerin geçişini destekleyip kaldırabilecek ana yol olmalıdır. Bu atardamarlardan insan vücudunda nispeten az sayıda bulunuyor ki insan hayatının devamı için elzemler. Buna benzer şekilde yollar da ticari ve askeri bakımdan çok büyük bir öneme sahip.
Tam bir hükümranlığı hedefleyen bir ülke için öyle denebilir ki yollar zaruridir.
Ve kıtanın en kuzey atardamarı direkt olarak Natra Krallığı’ndan geçiyordu. Batıdaki diyarları kendi buyruğuna tabi etme teşebbüsünde bu yol, İmparatorluğun görmezden gelebileceği bir nokta değildi.
Bu niçin oldu?
İmparatorluk, askerlerini buraya konuşlandırma hakkı için yüksek sayılabilecek bir meblağ ödemişti ki bu tek taraflı bir anlaşma değildi.
Mamafih, krallığın topraklarında yabancı askerlerin bulunması boğazına dayanmış bir bıçaktan farksızdı. Bu durum halkı endişe içinde bıraktı ve milli askerlerin de tasdikini kazanamadı.
Gerçi, askeriye Wein’in İmparatorluk askerlerini geri çekilmeye zorlayacağını sanıyordu.
Wein de askeriyenin bu hislerini anlamıyor değildi. Sonuçta, bu yalnızca milli güvenlik meselesi değildi. Bilakis bir onur meselesiydi ancak Wein’in askeriyenin bu dileğini yerine getirememesinin ardında bir sebep vardı.
Bu sebep de…. Trampet, lütfen.
Ne yalan söyleyeyim, onlara yağ çekmek istiyorum!
Ve böyleydi.
Devasa bir ülkeye karşı gelmek başımızı ağrıtır ki verecekleri parayı da iyi kullanabiliriz. Bu anlaşmadan yana hiçbir derdim yok, cidden.
İlki ve en önemlisi Wein İmparatorlukta okumuştu. Bu da onların askeri kuvvetinin bizzat farkında olduğunu anlamına geliyor.
Ancak askeriyenin isteklerini göz ardı etmek de kendi içinde bir sorun oluşturuyor.
Yani, saltanat naipliğine bu kadar sıkıntısız bir şekilde atanmamın nedeni tebaamın bana karşı beslediği büyük umutlar. Eğer kuyruğumu İmparatorluğa sallayarak bu büyük umutları hemen kırarsam buradan sonraki işleri zorlaştırırım. Ayrıyeten, askeriyeye karşı fazla tavır alırsam da darbe olasılığı doğar.
“Ninym?”
“Buyurun.” Ninym gölgelerden ortaya çıkarak belirdi. “İmparatorluktaki casuslarımızdan yeni bir haber aldım.”
“Haber mi?”
Bir mektup uzattı ve Wein okudu.
“Hmm… Öyle mi?” diye bir karşını kaldırdı. “Bunun Elçinin de kulağına gittiğine şüphem yok. Bu durumda…” Bir anlığına gözlerini kapattı ve devam etti. “Gidelim Ninym, bir planım var.”
“Peki neymiş bu planın?”
“Kararımı verdim.” Wein bir sırıtışla üstü kapalı bir şekilde “Hepsini alıyoruz.”
…