Dâhi Prens’in Ülkeyi Borç Batağından Kurtarma Kılavuzu. (İhanet ne olacak ya?) - C1 Bölüm 1.3
- Home
- Dâhi Prens’in Ülkeyi Borç Batağından Kurtarma Kılavuzu. (İhanet ne olacak ya?)
- C1 Bölüm 1.3 - ADI WEİN SALEMA ARBALEST
Çeviri: MrVeraguth
Özet
Bu zayıf ve küçük ülkenin Prensi yalnızca tek bir şey için çabalıyor. Ülkesini satıp rahat bir emeklilik hayatı sürmek. Ne yazık ki bu yolda en büyük kösteği kendi dehası oluyor. Daha büyük işler başardıkça tebaasından daha fazla saygı ve sempati kazanıyor. Bu da hayalini gerçekleştirmeyi daha da zorlaştırıyor.
1. BÖLÜM: ADI WEİN SALEMA ARBALEST (3. KISIM)
“Uzun zaman oldu, majesteleri.” Fyshe Blundell yanında Ninym ile Wein’in geldiğini görünce selam verdi. Yaveri ile beraber gelmelerini bir süredir kabul odasında bekliyorlardı. “Sizi tanıma şerefine daha evvel nail olmuştum fakat istirham ederim ki naçizane zatımı takdim etmeme müsaade buyurunuz. Ben Yerdiyar İmparatorluğu’nun Elçisi Fyshe Blundell.”
“Ben de Natra Krallığı’nın Prensi, Wein Salema Arbalest.”
Bu kısa hasbihâlden sonra oturup toplantıya geçtiler.
“Beni huzurunuza kabul ettiğiniz için zatınıza can-ı gönülden minnettarım. Saltanat naibi olarak tayininize dair en samimi tebriklerimi kabul ediniz. Ayrıyeten, umarım ki zat-ı alileri kralın hâline karşı duyduğunuz hissiyatı bizim de paylaştığımızı ve saltanat naipliğine atanmanızı bu kara günlerdeki tek umut ışığı olarak gördüğümüzü söylerken kabalığımızı maruz görürüsünüz.”
“Var olasın, Elçi Blundell. Pek çoğunuzun ümitlerini ve hülyalarını omuzlarımda taşıdığımdan pekâlâ haberdarım. Tebaamın bana karşı barındırdığı bu derin merbutiyete hıyanet etmemek için elimden geleni ardıma koymayacağım. Natra ve Yerdiyar’ın arasında dostane ilişkileri teşvik için beraber çalışmayı iple çekiyorum.”
“Tabii, Prens Hazretleri.”
Görüşme ahenkli bir eda ile başladı.
İkili hoşbeş edip havadan sudan bahsettiler. Ya da öyle görünüyor. Esasen, karşılarındakinin karakteri hakkında notlar alıp birbirlerini süzüyorlardı. Bir tarafta bir devletin başı, diğer tarafta ise kuvvetli bir ülkenin elçisi vardı. Yüz yüze bakacak şekilde oturarak birbirlerini süzdüler. Teşrik-i mesai de diyebilirsiniz.
Odadaki gerginlik gayet vazıh hissediliyordu. Onları izleyenler ise anlayıvermişti ki bu hoşbeş harfi harfine hesaplanmıştı. Kimin daha fazla avantaja sahip olduğunu test etmek için yapılan kritik bir danstı.
Demek doğruymuş. Bu işin erbabıymış… Fyshe bunu anımsayarak Wein’i küçük görmemeye çalışıyordu. Genelde, genç ve tecrübeden yoksun hükümdarlar çabalarının tez vakitte meyve vermesini ister. Ancak o, âlemdeki tüm zamana sahipmişçesine davranıyor. Unvanının mantığının önüne geçmesine izin vermiyor ve benim konumumdaki biriyle de gayet rahat konuşuyor. Daha yeni saltanat naibi olmuş olabilir fakat krallara yaraşır bir edası var.
Fakat Fyshe biliyordu ki sorgulaması esaslı ve bahsedeceği konular da sağlamdı. Gelgelelim el altından yapılacak teşviklere yahut agresif usullere başvurmayacaktı. Sakin kalması gerektiğini biliyordu zira bu rakibi okumak epey meşakkatliydi.
Fyshe Wein’in yaşındayken bu kadar irfan ve nezaket sahibi olmadığının şüphesiz farkındaydı.
Dikkatli olmazsam işim biter. Diyerek tüm duyularını en üst düzeye çıkarıp kendini hazırladı.
Fyshe düşüncelerine dalmış vaziyetteyken Wein de elindeki görevle meşgul oluyordu.
Göğüsleri kocaman.
Wein en kötünün de kötüsüydü.
Kendini tanıttığı esnada fark etmedim ancak ciddi manada farklı bir havaları var. Yani, iki parça et olduklarını biliyorum lakin sanki kendi hayatlarını başlatmışlar. İmparatorluğun her durumundan bolluk içerisinde olmasından dolayı mı? Eh, kıyaslamaya çalıştığımda… Wein dönüp Ninym’e, daha doğrusu göğüslerine, baktı ki onun arkasında not tuttuğunu fark etti.
Evet, aralarında uçurum denecek kadar fark var.
Ninym kalemini Wein’in kafasına sapladı.
“Ah…”
“Majesteleri?”
“Bir şey yok. Yalnızca ufak bir baş ağrısı. İş için uykudan feragat etmek iyi bir fikir değildi galiba.” Dedi Wein hızlıca, işleri yoluna koymaya çalışırcasına.
Ninym Wein’e mühimmiş gibi görünen bir belge verdi. Ciddiyetini bozma yazıyordu.
Ne düşündüğümü nereden biliyordu be? Kadınların önsezisi karşısında bir anlığına ürperdi.
Fyshe ona bakıp gülümsediğinde dahi bu ürperti hâlâ üzerindeydi.
“Her hâlükârda, omuzlarımdan büyük bir yük kalktı sanki. Filhakika, sizinle olan bu görüşmemizden önce iyi ilişkiler kurabileceğimize dair endişelerim vardı. Ancak bana bu endişelerin beyhude olduğunu gösterdiniz.”
“Bunu duyduğuma sevindim, elçi. Tabii, iş birliğimizin bazı sorunları çözmemde mutlaka yardımı dokunacaktır.”
“Yeni tayin edildiğinize göre muhakkak ki engin bir sorunlar listeniz vardır.”
“Engin ki ne engin. Okyanustan beter. Tebaanı memnun etmek, diğer ülkelerin mümessilleriyle görüşmek, soylular ile iyi geçinmek, askeriyeyi güçlendirmek, sermaye ile yatırımları arttırmak ve sanayimizi teşvik etmek tarzı pek çok durumu göz önünde bulunduruyorum.”
Gözlerinde kurnazca bir parlaklıkla Fyshe, “bittabi tüm bunlara buraya konuşlanmış askerlerimiz de dâhil.” diyerek konuya girdi
Ortamdaki hava buz kesti.
Hasbihâl faslı bitmişti artık. Gerçek savaş başlamak üzereydi.
Ne cevap vereceksin bakalım. Fyshe dikkat kesilmiş bir biçimde Wein’i süzdü.
Wein ağzını açtı ve “İmparatorlukla iyi geçinmek en büyük önceliğim.” Diyerek buz kesmiş havayı böldü.
“Bu durumda…” Fyshe tam başlamıştı ki Wein “Ancak” diye sözünü kesti ve devam etti. “Gerçek şu ki topraklarımızda yabancı bir devletin askerlerinin bulunması kendi askerlerimizi endişelendiriyor.”
Fakat bu itirafın Fyshe üzerinde bir tesiri olmadı. Bunu söyleyeceğini zaten beklemekteydi. Hem İmparatorlukla iyi ilişkiler yürütmek hem de kendi halkının gönlünü almak niyetindeydi. Fyshe için, o pes edene kadar hibe edilecek paradan yahut ticari mallardan bahsetmenin tam sırasıydı. Onun hedefinin de bu hibeler olduğunu düşünerek hazır ve nazır gelmişti.
Tam da bu yüzden Wein’in sonraki cümlesi onu şoka sokmuştu.
“İşte bu yüzden endişelerinin kaynağını ortadan kaldırmayı istiyorum.”
“Ne? Ortadan kaldırmak mı?”
“Evet. Daha önce de belirttiğim üzere, İmparatorlukla iyi ilişkileri devam ettirme hususunda pek arzuluyum. Bunu yapmak içinse iki taraf arasında bir köprü kurmalıyız. Sence de öyle değil mi?”
“Tabii, haklısınız.”
Çok kötü.
Wein’in bir tür art niyeti olduğu gayet aşikârdı fakat Fyshe bunun ne olduğunu zamanında bulamadı. Fyshe’yi takip etmekten ziyade, konuşmanın temposunu Wein belirliyordu. Ancak şu anda inisiyatifi tekrar eline alamazdı. Durumu düzeltmenin vakti değildi.
“Bu fırsatı Natra’nın ordusunu yeniden organize etmek için kullanmak istiyorum.”
“Yeniden organize etmek mi?”
“Askeriyemizin zayıf olduğunu itiraf etmek beni derin bir hüzne boğuyor. Neticede, gerçek bir muharebe alanında çok zaman geçirmedik. Bu toyluk ve naiflik İmparatorluk ile ihtilafa düşmemize sebebiyet verdi ki bizi tamı tamına müşterek bir ittifaka girmekten alıkoydu.
“Siz de bu ihtilafı askeriyenizi serapa yeniden organize ederek mi gidermeyi arzuluyorsunuz?”
“Evet. Mesele şu ki kendi sınırlı bilgimize dayanırsak bir gelişme yahut büyüme göremeyeceğiz. Ayrıyeten, bu yenilemeyi gerçekleştirecek kaynağımızın da olmaması cabası.” Wein ukala bir eda ile “Yani, Elçi Blundell. İmparatorluk bize hem kaynak hem de askeri uzmanlık sağlayabilir mi?”
Fyshe şaşakalmıştı.
Ancak ağzı açık kalan yalnız o değildi. Fyshe’nin yaveri ve Ninym de şoka uğramış vaziyettelerdi.
Ne saçmalık! Bu koşulları kabul etmemize imkân yok. Diye düşündü Fyshe’nin yaveri içten içe çıldırarak.
Ninym’in kaşlarında ise bir kırışıklık belirdi. İmparatorluğun ordusunun askerlerimizi eğitmemizi istemenin üstüne bir de ücreti onlara ödetmek mi? Akıl alır gibi değil! Belki de sıradaki talebi kulağa daha normal gelir diye büyükten atıyordur?
Her ikisi de Wein’e istemsizce şüpheli bir bakış attılar.
Fakat beyhudeydi.
Planının akla mantığa uygun olduğuna tamamen inanmış hâldeydi ki esasında, Wein’in karşısında oturan Fyshe’nin tepkisi de her iki yaverden çok daha farklıydı.”
“Bu askeriyedeki muhalefeti çözecek mi?”
“Bu ufak jest askerlerimizin kalbine ulaşmak için yeterli. Ayrıca, sorunu çözmek için kendi payıma düşen kısımları da yapacağım.”
“…”
Fyshe sessizliğe gömüldü lakin zihninde fırtınalar kopuyordu. Tüm gözler üzerine çevrilmişken fikirlerini hizaya soktu ve derin sessizliğini bozdu. “Anlaşıldı, şartları daha sonraki bir tarihte konuşabiliriz ancak teklifinizi kabul ediyoruz.”
“Var olasın, Elçi. Anlayacağını umuyordum zaten.”
Yaverleri şok ve kuşkuyla onları süzerken ikili el sıkıştı.
…
“Ah! Çok yoruldum.”
Güneş ufuktan inmeye başlarken ay da yavaş yavaş gece göğünde parlamaya koyulmuştu. Bugünkü vazifeleri bitmişti. Wein odasına doğru dümdüz ilerleyip yatağına çöktü.
“Şimdiden şurama geldi. Daha fazla dayanamıyorum. Saltanat naibi olmak niye bu kadar yorucu ki? Bugün çok çalıştık, yarın izin yapalım. Ertesi gün ve ondan sonraki gün de.”
“Yapamayız biliyorsun.” Wein’in yatakta yuvarlanmasını izleyen Ninym iç çekti. “Bu bir yana, Wein sana sormak istediğim bir şey var.”
“En içten özürlerimi sunuyorum fakat artık dükkânı kapattık. Uyku vakti. Tüm Ninymlere duyurulur; lütfen odanıza dönünüz.”
“Yalnızca bir soru.”
“Rahat vermeyeceksin, değil mi?”
“Evet.”
Wein derin bir iç çekti ve “Tamam be. Her cümlenin sonuna miyav eklediğin takdirde kabul ediyorum.”
“…”
“Ne oldu? Bunun nesi yanlış ki Ninymiyav? Yoksa utancın merakının önüne mi geçiyor?”
“İyi bakalım, miyav.”
“Ne? Duyamıyorum, miyav mı dedin? Eğer sesini yükseltmezsen sorun çıkar, miyaaav! Ah kolum o tarafa doğru bükülmüyor!”
“Çok havalanma, miyav.”
“Özür dilerim, miyav.” Diye mırıldanarak devam etti Wein: “Memeler niçin planıma uydu diye soracaksın, değil mi?”
“Memeler mi? Her neyse, haksız değilsin.”
“Miyav.”
“Her neyse, haksız değilsin, miyav.”
Ninym’in itiraz eden bakışlarını görmezden gelen Wein şevkli bir eda devam etti. “Görüşmeden önce İmparatorluk hakkında elimize geçen haberi hatırlıyor musun?”
“Evet. Yerdiyar’ın İmparatoru iyileşiyormuş.”
“Tam da bu yüzden?”
“Ne demek istiyorsun, miyav?”
Wein yataktan kalktı.
“Dinle bak. Doğu ve Batı’yı birbirine bağlayan yollardan biri bu krallıktan geçiyor ancak diğer yollarla kıyasladığın vakit bu yol kötü ve tamamen kullanılamaz bir hâlde. İmparatorluğun askerleri tam da bu yüzden burada konuşlanmış durumda. Onlar daha iyi yollar aramaya çalışırken bizim diğer ülkeler tarafından istila edilmemizi engellemek için. Zamanı geldiğinde ya diplomasi ya da işgal yolu ile İmparatorluğun bir vassalı olmaya zorlanacaktık. Ya da böyle olması gerekiyordu.”
“Ancak İmparator hastalandığında planları suya düştü.”
“Evet. İmparatorluğun durumu tam bir hengâme. Fethettikleri topraklar üzerindeki kontrollerini kaybedip kendilerini kaçınılmaz bir iç savaşa doğru sürüklüyorlar. Zaman kazanmak içinse bizim gibi zayıf ve küçük ülkelere karşı iyi davranmak zorundalar.”
“Yalnız İmparator şu an iyileşiyorsa… Anlamıyorum. Ordumuzu yeniden organize etmek için bize yardım etmelerini gerektiren hiçbir yükümlülükleri yok, kaldı ki şu an. Yani, potansiyel bir düşmanı bilerek güçlendiriyor olmazlar mı? Belki biraz bile güçlendiğimiz vakit bizi ezmeyi planlıyorlardır… miyav?
Wein evet manasında kafasını salladı. “Onlara saldırsak dahi bizi püskürtebileceklerini biliyorlar. Lakin peşinde oldukları şey bu değil. İmparatorluk için biz yalnızca bir geçidiz. Gerçek gayeleri batıdaki krallıkların hepsini fethetmek. Düşün biraz, bir ülkenin tüm bir kıtanın kontrolünü ele geçirmesi için ne gerekli?”
“Para, erzak, ekipman…” Diye saydı ve en sonunda anladı. Öyle şaşırdı ki gözleri fal taşı gibi açılarak Wein’e inanamıyormuşçasına bir ifadeyle baktı.
Wein ufak bir sırıtışla “Fark ettin. Fyshe Blundell’in amacı…”
…