Dâhi Prens’in Ülkeyi Borç Batağından Kurtarma Kılavuzu. (İhanet ne olacak ya?) - C1 Bölüm 1.4
- Home
- Dâhi Prens’in Ülkeyi Borç Batağından Kurtarma Kılavuzu. (İhanet ne olacak ya?)
- C1 Bölüm 1.4 - ADI WEİN SALEMA ARBALEST
Çeviri: MrVeraguth
Özet
Bu zayıf ve küçük ülkenin Prensi yalnızca tek bir şey için çabalıyor. Ülkesini satıp rahat bir emeklilik hayatı sürmek. Ne yazık ki bu yolda en büyük kösteği kendi dehası oluyor. Daha büyük işler başardıkça tebaasından daha fazla saygı ve sempati kazanıyor. Bu da hayalini gerçekleştirmeyi daha da zorlaştırıyor.
1. BÖLÜM: ADI WEİN SALEMA ARBALEST (4. KISIM)
“İmparatorluk ordusunda hizmet versinler diye Natralı askerleri eğitmek.”
“Doğru.”
Bu sırada, Fyshe kafa sallayıp odasında yaveri ile fikir alışverişinde bulunuyordu.”
“Majestelerinin iyileştiğine dair olan haberleri aldın, değil mi? Eminim ki tekrar Batı’yı fethe çıkacağız. Zamanı geldiğinde, daha fazla askerimiz olduğu için bu ana dua ederiz.”
“…”
“İlk bakışta, bu anlaşma tüm yükü İmparatorluğun omuzlarına yüklüyor görünüyor fakat Natra, gayet tabii, İmparatorluğun bir parçası olacağı için bu finansal ve askeri yardımı erken bir yatırım olarak düşün. Kaybedecek hiçbir şeyimiz yok ve kazanacak çok şeyimiz var.”
“Bekleyin lütfen.” Yaveri karşı çıktı. “Devam etmeden önce şunu sormalıyım ki bizim bilediğimiz dişleri tekrar bize geçirmeyecekleri ne malum?”
Gayet makul bir soruydu lakin Fyshe çoktan cevabını hazırlamıştı. “İmparatorluğa düşman olmayacak. Bu teklifi yapanın o olması da bunun kanıtı. Diyelim ki askeri gücü İmparatorluğa rakip oldu, kaybedeceğimize inanıyor musun cidden?”
“Hayır tabii ki kaybetmemizin imkânı yok. Fazla güçlüyüz.”
“Kesinlikle. Bunun farkına o da varmış. Bu teklifin ardındaki mana nedir? Diye de sual edebilirsin. Askeriyeye kendini sevdirmek mi? Hayır, o kadar üstünkörü değil. Tebaasını korumak için hesaplanmış bir hamleydi.”
“Ne demek istiyorsunuz?”
“Pek muhtemel ki İmparatorun iyileştiğinden haberdar. Bu cihetle, Batı’yı fethe çıkma stratejimizi tahmin etti. Natra’ya ne olacaktı o zaman? Basitçe, iki seçenekleri olacaktı: Savaş ya da teslim ol. İki türlü de bağımsız bir ulus olarak sonları gelecekti. Böyle bir durumda hangisi daha iyi olurdu?
Yaverinin gözleri açıldı. “Bunu bizim buyruğumuz altına girmekten kurtulmak için mi teklif etti?”
“Evet. Yani Natra, İmparatorluğun elinin tersi ile yok edebileceği ufak bir ülke. İmparatorluktaki yüksek seviyeli bir soylu askeri bir sergüzeşt peşindeyse bir krallığın istilası pek tabii mümkün. Ancak ordusundaki askerler bizim ordumuza katılmaya yakın olursa tamamen başka bir hikâye.”
“Demek ki İmparatorluğa tabi olmak için daha diplomatik bir yol seçiyor. Bu sayede, halkının kanının yok yere dökülmesinin önüne geçecek. Ayrıyeten, askeri güce başvurmazsak olaylar her iki taraf için de daha yolunda gider. Halkı bize daha az kin besler ve diğer ülkelerin gözünde de daha az agresiflik uyandırmış oluruz.”
“Başka bir deyişle, bu anlaşmayı bir avantaj olarak gösterip hem geçici hükûmetin hem de halkının gözüne girmeye çalışıyor. Aynı zamanda da eninde sonunda İmparatorluğa katılacaklarının bilincinde olduğundan dolayı vakti geldiğinde geçişin yumuşak olması için gerekli temelleri atıyor. İtiraf etmeliyim ki etkilendim.”
Ne kadar istemese de Fyshe Wein’in bu stratejisine, görüşmedeki asude metanetine ve büyük planının ardındaki dehasına hayran kaldı. Bunun on altı yaşında bir çocuktan geliyor olması da her şeyi daha ürkütücü yapıyordu.
Fyshe, Wein’in Natra ilhak edildikten sonra nasıl tepki vereceğini bilmiyordu. Olur da makam ve mevkiden vazgeçmek isterse onu İmparatorluğa hoş karşılayacaktı.
Gerçi, hâlâ bir endişesi vardı.
Tek amacı bu muydu?
Bir avantaj gördüğünde bu planı kabul etti ancak her şey onun planına uygun gittiğine göre bu kadarını bekliyor olması gerekiyordu.
Bir tür tuzak mıydı?
Hiçbir şeyi şansa bırakmadım. Suistimal edilebilecek her açığı kapadım. Bir tuzağa düşmeme imkân yok. Eminim.
Buna rağmen hâlâ bir “Ya tuzaksa?” şüphesi beynine dadanmış güve gibi onu rahat bırakmıyor, içten içe tüketiyordu.
Wein Salema Arbalest onun tahmin ettiğinden daha fazla bilgiye sahip olabilirdi.
Kabul etmekten nefret ediyorum fakat çok kabiliyetli olduğunu inkâr edemem.
Hiçbir olasılığı tamamen göz ardı edemezdi. Dolayısıyla, Wein’i karşı gözünü dört açıp Wein’in parlak imajını ise zihnin arka planına almalıydı.
…
“Tuzak değildi tabii.”
“Birdenbire ne oldu?
“Farkına vardım ki şu anda muhtemelen kendi gölgelerinden dahi tırsıyorlardır.”
Ninym Wein’e kuşku dolu bir bakış fırlattı. Wein de gözleri ile Endişe etme diyerek onu yatıştırdı.
“Her neyse, şartlarıma niye uyduklarını biliyorsun, değil mi?”
“Evet.”
“Yüz ifaden tam tersini söylüyor hâlbuki.”
“Senin çıkarımlarına katılmıyorum.” Memnuniyetsiz bir ima ile Ninym “İmparatorluktan yardım almakta başarılı olmuş olsak da kaderimizi mühürledin. Kendi ölüm fermanımızı imzaladık.” Derken bir anlığına tereddüde düştü. “Cidden ilhak edilmeyi mi planlıyorsun?”
“Evet. Plan tam olarak bu… Kolumu bükme!”
Ninym ses çıkarmadan onu pençelemeye başlamıştı.
“Bilmelisin! İmparatorluktaki tüm vaktim boyunca benimleydin. Havsalamızın alamayacağı kadar güçlüler. Onlara karşı gelmek yalnız kan ile biter. Bu bir yana, tebaalarının nasıl işlediklerini izledim. Çok kötü değiller, bilirsin. Tabii onların buyruğu altına girdiğimizde birtakım endişeler ortaya çıkar fakat bir türlü uyum sağlarız.”
“Cidden böyle mi hissediyorsun?”
“Bununla beraber, bu aptal işi bırakıp KOLUM, KOLUM, KOLUM!”
“Eminim ki yapabilirsin Wein. İmparatorluğa karşı durabilirsin.”
“Meh, kulağa uğraştırıcı… KOLUM O TARAFA BÜKÜLMÜYOR!”
Ninym bir süreliğine Wein’nin acı içerisinde kıvranıp bağırışını izledikten sonra yenilgiyi kabul edip ona sırtını döndü.
“Bu kadar nefret ediyorsan bana ihanet et.” Diye fısıldadı Wein teselli edercesine. “Öldür beni ve tüm bunlar rüzgârda uçuşan küllere karışsın. Hey Ninym, canım dinliyor musun?”
“Biliyorsun ki canın bunu asla yapmaz.”
Aldığı kararlara ne kadar bağırsa, itiraz etse ve tepki gösterse de hiçbir zaman karşı gelmedi. Ataları bu ülkeye gelip kraliyet ailesine hizmet etmeye başladıkları ilk vakitten beri mutlak bir sadakat yemini etmişlerdi.
“Ah, surat asmayı bırak. Gönülsüz olduğunu biliyorum lakin tüm ülkeler eninde sonunda yıkılır. Biz sadece sıradaki oluvermişiz.”
“Askerlerimiz buna onay verecek mi ki?”
“İlk başta sinirleneceklerdir. Fakat onları, karşı saldırıya geçeceğim vakti beklediğimize ikna edeceğiz. İmparatorluğun gücünü kendi gözleri ile gördükleri vakit isyana kalkışma istekleri de yok olacaktır. Nihayet vakit geldiğinde ise İmparatorluğa bağlılık yemini etmeye hazır hâle gelecekler. Beraberinde, tüm hükûmet mevkileri yeniden tayin edilecek ben de fırsattan istifade tüm paramı alıp iyi bir hayat sürerim. Bana sorarsan mükemmel bir plan.”
“Umarım suya düşer.”
Wein şevkle güldü. “Entrika tasarlamanın en iyi tarafım olduğunu bilmiyor musun? Bekle de gör. Ayrıyeten, bir şeyi unutuyorsun Ninym.”
“Miyav”
“Cici kız.”
Ninym efendisinin kibrine karşı derin bir iç çekti.
…
Ninym’in dileklerine karşın Wein’in tahminleri birbiri ardına gerçekliyordu. Askerler arasında İmparatorluk ordusundan talimat almaya karşı çıkanlar vardıysa da askeriye, Wein’in ona güvenmeleri hususundaki ısrarı üzerine onun planını hayata geçirmeye başlamıştı.
Sonuçlar inanılmazdı. Kıtadaki en güçlü devletin parası ve uzmanlığı ile Natra Krallığı’nın askeri gücü hızla arttı.
Üç ay sonra ise askerleri hiç olmadıkları kadar kuvvetliydi.
“Eveeet, işler tam da istediğim gibi gidiyor. Her zaman haklı olmak da zor be!”
Yeni ve gelişmiş Wein iyi hâldeydi. Ofisi, bir zamanlar söylenmeler, sitemler ve kendi kendine acıma ile yerde yuvarlanmaların merkeziydi fakat dönüşüme uğradığından beri, Wein’in ağzında şen şakrak bir ıslık ile her gün duyulabileceği bir yer hâline gelmişti.
“Gücümüzü arttırmak için sarf ettiğin çabalar iyi gidiyor.” Diye itiraf etti Ninym, Wein’in tam yanında dururken. Tam olarak ikna olmuş olmasa da sonuçları kabul ediyordu. “Ancak kibirli ve dikkatsiz davranırsan illa biri seni alt edecektir.”
“Hadi ama Ninym. Şu anda kim benim ayağımı kaydırabilir ki? Tüm kıtayı kırıp geçirebilecek bir afet harici tabii. Geri kalan ise yalnızca prosedürler. Emekliliğim hakkında düşünmeye hazırım.”
“Cidden…” Ninym Wein’in kıtayı gezmek hakkındaki çene çalışını dinledikçe ona bitap ve huzursuz bir bakış fırlattı.
Lakin ofisin penceresinden gelen bir tıkırtı ile dikkati dağıldı. Pencerenin pervazına tünemiş, bacağına silindirik bir nesne iliştirilmiş kuşun teki gagasını cama vurup duruyordu.
Ninym’in ulak kuşlarından biriydi.
Kuşun bacağından mektubu sökmek için camı açtı ve “İmparatorluktaki casuslarımızdan müstacel malumat var.”
“Müstacel malumat mı? Ne? Yoksa İmparator aniden askerlerine teyakkuza geçmelerini falan mı emretti?”
“Bakalım.” Mektubu okumaya koyulmuşken teninden renk, gözlerinden fer çekildi ve bembeyaz kesildi. “İmparator ölmüş.”
“Ne?” Wein gözlerini kırpıştırdı.
Ofiste tuhaf bir sessizlik oluştu.
Gözleri birbirlerine kilitlenmiş olsa da vücutlarının diğer kısımları tamamen buz kesmiş vaziyetteydi. Sudan çıkmış balığa dönüvermişlerdi.
“Nedendir bilinmez fakat çirkin bir şey duymuşum hissiyatına kapıldım fakat muhtemelen, hayır büyük olasılıkla hayır, kesinlikle bir hata olmalı. Tekrar oku, Ninym. Yalnızca emin olmak için soruyorum. Tam olarak ne yazıyordu?” Dedi telaş içinde.
“İmparator ölmüş.”
“…” Wein yüzü ellerinde tavana doğru baktı. “Anlıyorum. Demek İmparator ölmüş.” “Ölmek” bu kelimenin dilinde nasıl durduğunu görüp tınısına aşina olmak için vurgulu bir şekilde bir kez daha söyledi.
“NEEEE? Ölmüş mü? Ölmek mi? Lanet adamın işi gücü yokmuş da şimdi mi ölmüş? Hani iyileşmişti be? Ne oluyor lan burada?”
“Sağlık durumu birden tersine dönüvermiş ki elinden geldiğince dinleniyormuş. Bu olay biraz ansızın olmuşa benziyor.”
“Hata olabilir mi?”
“İmparatorluğun içinde çoktan resmî ilan bile yapılmış. Bu haberi gizli tutabilirlerdi ancak tahminimce sarayda siyasi entrikalar dönüyor.”
“Hayırrrrr!” Diye bağırdı Wein saçını başını yolarak. “Bu kötü, çok kötü. Bekle hele. Anlaşmamız ne olacak ya? Bakalım, eğer İmparator ölürse bu demektir ki Natra…”
Kapının buyurganca çalınıp kan ter içerisinde kalmış bir ulağın içeri girmesiyle konuşması tekrar bölündü.
“Prens’im af buyurun, haşa huzurdan, ancak İmparatorluk askerleri ülkeyi terk etmeye başladı.”
Neeeee? Acayip bir mucizenin yahut makus talihin etkisiyle çığlıklarının ağzından kaçmasına engel oldu.
Ulak, Wein’in içinde dönen karmaşanın farkına varmadan alelacele haberi vermeye devam etti. “Doğu hududumuza doğru gittiklerine inanıyoruz. Varış yerlerini bilmiyoruz. General Raklum Hazretleri onları takip etmemiz gerekiyor mu diye soruyor.”
Ulağın haberini dinledikçe Wein’in düşünceleri kafasının etrafında dönüp durdu. İmparatorun vakitsiz ölümü ve İmparatorluk ordusunun sınıra yaklaşması. Bu ikisi muhakkak ki bağlantılıydı.
O hâlde, sıradaki kişi…
Önsezisi çok geçmeden doğru çıktı.
“Lütfen bekleyin, bu duruma aracılık edeceğim.”
“İmparatorluğun Elçisi lütfen geri durunuz.”
“Yalvarıyorum. Vakit yok!”
Açık kapının diğer tarafında bir didişme yaşanmaktaydı. İçlerinden birinin sesi gittikçe tizleşip buyurgan bir hâle bürünüyordu ki Wein ikilinin ileri geri tartışmalarını işitiverdi. Ninym nazikçe Wein ve kapı arasında durup geçişi elleriyle engelledi.
Huzuruna kimin çıkacağını tahmin edebiliyordu.
“Prens Hazretleri.”
Fyshe Blundell muhafızları itekleyip yere yığıyordu.
Odaya girer girmez Wein’in önünde diz çöktü. “Af buyurun, haşa huzurdan, böylesi bir hengâmeye yol açmanın edep ve haya çerçevesine sığmadığının bittabi farkındayım ancak sizinle acilen mütalaa etmemiz gereken bir husus var.”
“Askerleriniz sınıra doğru yola çıkmış diye işittim.” Wein olabildiğince soğuk bir ifadeyle ve Fyshe’e karşı donuk bir bakış atarak. “İmparatorluğun bunu yapmaya hakkı var lakin niçin daha öncesinde oturup konuşulmadı? İyi ilişkiler içerisinde bulunmaya can-ı gönülden hazır olduğunuzu düşünmekle yanılıyor muydum?”
Yani, sanki başka bir şey söyleyebilirim de.
İtidalini o kadar iyi muhafaza ediyordu ki onu gören birinin ıstırap içinde kıvrandığını fark etmesine imkân yoktu.
Anlıyorum. Ben de panik içindeyim fakat bu odaya böyle destursuz dalamaz. Odada bu kadar çok insan varken nasıl gizli gizli konuşabiliriz ki? Yalnız olsaydık ona bir plan falan sunabilirdim.”
Ulağın, muhafızların ve Ninym’in gözleri Fyshe ile Wein’in üstündeydi ki herkes nefesini tutmuş bekliyordu.
“Lütfen en samimi özürlerimi kabul ediniz. Herhangi bir art niyetimiz yok.”
“Peki, ordunuz niçin hareket hâlinde?”
“İmparatorluktan bir emir aldık. Askerlerimizin en kısa sürede geri dönmesini belirten bir emir.”
“…” Fyshe bu ortamda gizli bilgi paylaştığını düşünerek tereddüt etti.
Ancak etrafındakileri ikna edebilmek için bu bilgiyi vermek zorundaydı.
“Çünkü yüce İmparatorumuz hakkın rahmetine kavuştu.”
Bu itiraf odada bir duvardan ötekine yankılandı.
Bu nasıl oldu? Fyshe’nin kafası alçak, kalbi de büyük bir hüzün ve keder ile taşlaşmış vaziyetteydi.
Bu tepkinin sebebi İmparatorun ölümü değildi. Askerlerin pervasız hareketi de değildi. Bu, Fyshe’nin Wein’in planının iç yüzünü görememesine karşı duyduğu derin pişmanlıktı.
İmparatorun pek çok sadık hizmetkârı bulunuyordu. Fyshe’nin kendisine ait bir ajandası olsa da kendini onlardan biri sayardı. Tüm hâlin bu kadar beklenmedik olmasının sebebi de işte bu bağlılıktı. Esasında Fyshe, İmparatorluğun ordusu Natra’nın askerini eğitiyorken İmparator ölse ne olur ihtimalini göz ardı etmiş ve hatta bu ihtimali mütalaa etmekten dahi kaçınmıştı.
Ancak o İmparatorumuza aynı şekilde saygı göstermedi. Tüm bunları en başından beri planlamış.
Cebrî istilanın dışında, memleketleri iç ihtilafla karşı karşıyayken konuşlanmış askerlerin ülkelerine dönmesinin emredilmesi tabii bir durumdu. Hele ki konuşlandıkları ülke ile iyi ilişkiler içeresindeyseler.
Hariciye Nezaretinin bir parçası olarak Fyshe buna müdahale edemezdi. Etse dahi pek bir yararı dokunmazdı. Askerlerden direkt olarak rica etmekten başka bir şey yapamazdı ki onlara emir verebilecek bir yetkiye yahut onları memlekete dönmekten alıkoyacak bir izne sahip değildi.
Ancak bu, Natra’da İmparatorluk tarafından eğitilmiş ve finanse edilmiş bir orduyu geride bırakmak demekti. Olaylar yatışana dek İmparatorluk ordusuna entegre edilemezlerdi.
Ben Batı’nın fethi ile o kadar kafayı bozmuşken o teker teker her senaryoyu etraflıca mütalaa etmiş.
Wein’in önsezini ve kabiliyetini reddedemezdi. Fyshe kaybetmişti. Bir öfke ve hayranlık karmaşası yüreğinde kıyameti koparırken kafa yormaya başladı. Aklından ne geçiyor? O soğuk gözlerin ardında nasıl bir dehanın alevi çakmak çakmak parlıyor?
Cevabı tahmin edemezdi ki bu cevap: Olamaz, İmparatorluğu hemen alt ettiğime tamamen inandılar.
Ancak Wein’in içinde nelerin olup bittiğini Fyshe bilmese daha iyi.
“Natra Krallığı’nı işgal etme niyetimiz yok. Maksadımız tez vakitte yurdumuza dönmektir. Arz ederim ki askerlerimizin çekilmesine icazet veriniz. Bu hareketin sebebi de İmparatora olan saygımızdır.” Diyerek talepte bulundu Fyshe kafası eğik bir hâlde.
Prens aptal olsaydı bu fırsatı İmparatorluk askerlerini arkadan vurmak için kullanırdı.
“Peki. Öncelikle, kaybınız için en içten taziyelerimi sunup baş sağlığı diliyorum ki bu dileklerimi askerlerinize de iletin. Eğer ki askerlerinize hemen yurda dönme emri verildiyse karşı çıkmayacağız.”
“Lüfukârlığınız karşısında minnetle eğiliyorum.”
“Talimi yarıda kesecek olmamıza yazık olsa da zannediyorum ki ilgilenilmesi gereken daha mühim meseleler sizi bekliyor. Sulh ve refahın en kısa müddette topraklarınıza dönmesini diliyorum. Çekilebilirsin”
“Bize iyi dileklerinizi ihsan etmenizin verdiği mutluluk yeter de artar.” Dedi Fyshe ve sonrasında kafası eğik bir şekilde kapıya kadar geri geri yürüdü ve kapıyı tıklattı. Çıktı.
İmparatorun ölümünün haberi kıtayı dolaştıkça ardında iktidar hırsı ve bu fırsatı kullanmak isteyenlerle belli ülkeler arasında huzursuzluk bıraktı.
O günde acılı bir çığlığın sarayda yankılandığı söylenegelmiştir fakat olayın bir kaydı elde bulunmamaktadır. “NEDEN BEN?!”
– bölüm 1 –
son