Dâhi Prens’in Ülkeyi Borç Batağından Kurtarma Kılavuzu. (İhanet ne olacak ya?) - C1 Bölüm 2.4
- Home
- Dâhi Prens’in Ülkeyi Borç Batağından Kurtarma Kılavuzu. (İhanet ne olacak ya?)
- C1 Bölüm 2.4 - SAVAŞ MEYDANINDAKİ DERTLİ PRENS
Çeviri: MrVeraguth
Özet
Bu zayıf ve küçük ülkenin Prensi yalnızca tek bir şey için çabalıyor. Ülkesini satıp rahat bir emeklilik hayatı sürmek. Ne yazık ki bu yolda en büyük kösteği kendi dehası oluyor. Daha büyük işler başardıkça tebaasından daha fazla saygı ve sempati kazanıyor. Bu da hayalini gerçekleştirmeyi daha da zorlaştırıyor.
2. BÖLÜM: SAVAŞ MEYDANINDAKİ DERTLİ PRENS (4. KISIM)
Altlarında, hezimetin eşiğindeki Marden ordusu bulunuyordu.
Güçlü bir ordu olarak övülmüş olsalar da sürpriz bir saldırı karşısında askerlerinin pek çoğu kaçmaya dünden razıydı. Göğü karartan bir ok deryası üzerlerine boşanırken kim sakin kalabilirdi ki?
Kalabilen varsa iyi eğitim almış ve savaşta pişmiş subaylar ile askerlerdi ki onlar da generallerini korumak için kendilerini siper etmişlerdi. Birkaç kişi de olsalar generalin etrafında toplanmışlardı.
Bundan dolayı Ninym, yukarıdaki pozisyonundan, generalin yerini kolayca tespit edebildi.
“Okçular, kalan düşmanlara ateş etmeye devam edin! Süvariler, beni takip edin!
“Emredersiniz!”
Ninym’in buyruğuyla süvari birliği tepeden aşağı taarruza kalktı. Başsız kalmış Mardenli askerler şaşırmış ve ne yapacağını bilemez hâldeydiler. Natralı askerler organizasyonları bozulmuş düşmanları bir bir avladı.
“Taarruz iyi gidiyor, komutanım.”
“Tabii gidecek. Planımız buydu.” Ninym buraya nasıl geldiğini anımsarken sakince cevap verdi.
“Askerleri mi saklayalım?”
“Evet.”
Marden’in istilasından birkaç hafta önceydi. Toplantı odasında Wein, Ninym’den belirli bir planı uygulamasını istiyordu.
“Çok geçmeden bize saldıracaklar. Tahminlerime göre Polta Çoraklığında karşı karşıya geleceğiz.” Derken masasında bulunan haritadan bahsettiği yeri gösterdi. “Yer yer dağların ve tepelerin olduğu bir arazi, askerleri gizlemek için ideal bir yer. Vakti gelene kadar saklan, vakti geldiğinde ise sürpriz bir saldırı başlat. Benim için askerlere önderlik etmeni istiyorum, Ninym. Bu planı çoktan paşalarımla görüştüm.”
“Birkaç sorum var.” Dedi Ninym ve elini kaldırdı. “Öncelikle, saldıracaklarından kesin olarak emin misin?”
“Muhbirlerimizden gelen malumat bu şüphemi doğruluyor. Gelecek ay içerisinde saldıracakları kesin.”
“Ne kadar asker almamı istiyorsun?”
“En çok güvendiklerini al. Yedi yüz belki bin. Bundan büyük bir kuvveti saklamak zor olur. Ayrıyeten, meydandaki asker sayımız çok az olursa düşman bir tuzak kurduğumuzu anlar.”
“Pekâlâ, saldırı gerçekleştirmeye yetecek kadar yani?”
“Evet. Düşmanı sahte ricat ile içeri çekip kanatlardan saldırmanı sağlayacağız. En iyi usulümüz bu lakin savaşın nasıl gerçekleşeceğine bağlı olarak değişebilir.”
“Savaş meydanına beraber mi gideceğiz? Askerlerim saklanmak için biraz hızlı hareket edebilir.”
“Olmaz. Muhtemeldir ki askerlerimizin içinde birkaç düşman casusu var. Orduyu sonra bölersek foyamız meydana çıkar. Sürpriz saldırı da bir işe yaramaz.” Dedi Wein gerekçelerini öne sürerek.
Ninym kafasını salladı ve tartışılacak başka husus görmedi lakin en çok endişe duyduğu konu başkaydı.
“Son soru, niye ben?”
“Ha? Ninym Hanımcığımız bununla başa çıkamaz mı? Her vakit etrafta her şeye kadir sultan-ı ekvan, allame-i cihan misali dolaşmıyor musun? Ama görüyorum ki yapamazsın! Ah, dur, dur, dur…!”
“Ciddiyetini koru.”
“Tamam, tamam. Parmaklarımı çevirmeyi bırakabilir misin?” Diye bağırdı ellerini Ninym’in yırtıcı pençelerinden çekip çıkarmayı başaran Wein. “El-cevap, gerçek bir lidere ihtiyacım var. Neticede, bine yakın askeri bir ay civarı saklamamız lazım. Lakin işinin ehli bir paşamı bu vazifeye tayin edersem o vakit ana birliğimizin gücü azalır, organizasyonu düşer. Ayrıyeten, işinin ehli bir paşayı savaş meydanında göremeyen Mardenlilerin bu işin altında bir çapanoğlu var diye düşünmeleri de söz konusu. İşte bu sebeplerden ötürü senin gitmeni istiyorum. Kimse seni askeri anlamda bir tehdit olarak görmez, değil mi?
“Doğru.”
Bilinen şekliyle Ninym, Wein’in sivil yardımcısıydı. Kimse onun bir orduya önderlik edebilecek eğitime sahip olduğunu bilmiyordu. Ancak Natra’nın askerleri, ailesinin uzun vakitlerdir kraliyet ailesine hizmet ettiğini bildiğinden, ona saygı duyarlardı.
“İşin doğrusu senin ve Raklum’un dışında kimseye güvenmiyorum. Diğerlerinin sadakat yeminleri krala ve ülkeye karşıdır, bana değil. Neticede hassas bir işten söz ediyorum. Herhangi bir paşaya bu görevi emanet edemem.
“Tebaanın senin hakkında iyi düşündüğünü biliyorsun.”
“İmkânı yok. Bir saniye bile dikkatsiz davransam hemen darbeyle beni alaşağı ederler. Tarih bunun kanıtlarıyla doludur.”
Wein’in göz önünde olup da görünmeyen düşmanlara karşı hissettiği paranoyası, Ninym’i kafasını sallamaya itti. Böyle giderse Wein ile diğer paşalar arasında bir güven bağının kurulması çok uzun vakit alacaktı.
“Eğer yapamayacaksan bizzat gideceğim birkaç yol daha var. Ben yokken devlet işlerini iyi halledeceğinden eminim.”
“Buna izin vermeyeceğim! Burada olmazsan ana orduyla kim sefere çıkacak ya?”
“Ah, başından beri Hagal’i ordunun başına geçirmeyi düşünüyordum. Askerlerin “çok bekledikleri şan alma fırsatlarına” olan heveslerini kırmak istemem.”
“Cidden sorun yok mu?”
“Endişe etme. Hagal saçma güçlüdür. Endişeye mahal yok. Hele cenk meydanında delicesine güçlüdür. Onunla kafa kafaya çarpışsaydık kuyruğumu kıstırıp kaçardım da bu başka bir mesele.”
Ninym kafasını sallayarak eldeki meseleye döndü. “İstediğin buysa kabul etmek durumundayım. Askerleri alıp saklanacağım.”
“Sana güveniyorum, işin aslı, sana yarı yarıya cidden ihtiyacımız olacak. Zira kazanmak istiyorum ama tamamen değil.”
“Kesin bir zafer istemiyor musun?”
“Mutlak zaferlerin kendilerine has sorunları da vardır. Yani, en başta mümkün olmamaları gibi. O yüzden çok ehemmiyetleri yok. Acele edelim de başlayalım.”
Ninym başıyla onaylarken aynı esnada kafasında birtakım hesaplamalar da yapıyordu. Saklanılacak yeri, askerleri ve erzakı temin edip hazırlaması gerekiyordu. Yapacak çok iş vardı ve hepsi de sır perdesi arkasında yapılmalıydı ancak açıkta kalan bir korkusunu gidermek için sordu.
“Bu arada, bensiz iş görebilecek misin?”
Wein sırıttı. “Geldiğin zaman burası tam bir keşmekeş olacak.”
Ne kadar işi üşenip de erteledi acep?
Askerleri ile beraber taarruza kalkmışken Ninym’in dudaklarında buruk bir gülümseme belirdi. Kaçmaya çalışan bir grup Mardenli askerin peşindeydiler. Bu grubun merkezinde ise liderleri Urgio bulunmaktaydı.
“Düşman geliyor!”
“General’i koruyun! Hattı savunun!”
Çabucak savunma formasyonuna geçtiler.
“Hattınız çok ince.” Dedi Ninym kendi kendine.
En önde Ninym ile birlikte süvari birliği Mardenli askerlerin derme çatma hattını yarıp geçti. Gelen atlardan korkan yahut atların darbesiyle sağa sola savrulan askerler de kaçmaya başladı. Süvari birliği hız kesmeden formasyonun merkezine doğru ilerledi ve kılıcını savuran Urgio ile karşılaştılar.
Ninym hızla Urgio’nun yanından geçmekteyken kolunu tek hamlede kesti. Urgio fışkıran kanlar ve çığlıklar ile beraber atından düştü.
Urgio, “AAAAAAH!” diye acıyla inledi.
Ninym atını Urgio’ya doğru çevirdi ve aşağı, ona, doğru baktığı esnada askerleri Ninym’in etrafında hemen bir koruma duvarı oluşturdular. “Başları sensin, değil mi?”
Kan ter içinde kalmış Urgio acı ile kıvranır vaziyetteyken kafasını yukarı kaldırdı “Bu ses, bu beyaz saç…”
“Teslim ol, ilk yardım yapılırsa hâlâ yaşayabilirsin.” Diye öneride bulundu Ninym.
Bu teklif Urgio’nun gözünü döndürdü. “Teslim olmak mı? Teslim olayım diyorsun? Dalga mı geçiyorsun?” Diye esip gürledi.
Taze kesilmiş kolundan al kanlar buharı üstünde boşandı. Ölümün kıyısındaydı, nefesi ağırdı.
“Marden’in generallerinden biriyim ben. Bir kadına, hele ki soluk derili bir köleye, boyun eğer miyim sanıyorsun?”
“Öyle olsun.” Ninym kılıcını yumuşak ve tek bir hamle ile Urgio’nun boynuna doğru savurdu.
Kafası hafif bir küt sesi eşliğinde yere yuvarlandı.
“Başını mızrağa geçirin ve haber salın. Düşman bozguna uğratıldı. Son sözlerini ise kimse işitmedi.”
“Emredersiniz: Düşman generali son anına kadar sessizdi.”
“Gidin o hâlde.”
Asker, generalin başının geçirildiği mızrağı kaldırıp zafer naraları attı.
Mardenli askerler kaybettiklerini anlayınca sükunete boğuldular. Natralı askerler ise bu zafer narasına karşılık daha uzun bir nara ile karşılık verdiler.
Ninym’in dikkatini dağın karanlık yerlerine vermişken göz ucuyla onları izlemekteydi. Karanlıkta, Urgio’yu tuzağa çeken karargâhtaki muhafızlar durmaktaydı. Ninym muhafızların ortasındaki delikanlıya doğru el salladı.
“İyi gitti gibi görünüyor, Prens Hazretleri.”
“Öyle, öyle.”
Marden ordusu çil yavrusu gibi dağılmıştı. Generallerinin ölümü daha dirayetlerini kırmıştı.
Düşman generalini başarılı bir şekilde tuzağa çekip öldürebilecekleri, sürpriz saldırıyı önermiş olmasına rağmen, Wein’in tahminlerinin de ilerisindeydi.
“Savaş sona erdi galiba.”
Hagal başıyla onayladı. “Generalleri tepenin ardında öldüğü için ana orduları savaşın bittiğinden bihaber olsa gerek. Acele edip haberi yaymalıyız. Generallerinin öldüğünü duyduklarında kaçacaklardır.”
“Öyle yapılsın, o hâlde.”
“Emredersiniz Prens Hazretleri.”
Askerler Hagal’in emri ile harekete geçti.
Sonrasında, Wein, Ninym ve askerlerine katılarak tepenin zirvesine dönerek haberlerin yayılmasına şahit oldu. Prens dönmüştü ve Mardenli general ölmüştü. Natralı askerlerin morali tavan yapmışken Mardenlilerin morali çökmüştü.
Urgio’nun subaylarından çoğu da öldüğü için orduyu organize edecek çok kimse kalmadığından mütevellit Mardenli askerler düzen ve tertipten yoksun bir şekilde kaçışıyorlardı.
Natralı askerler Polta Çoraklığındaki bu savaşta, bir günden daha az bir sürede, muzaffer olmayı başarmışlardı. Her bir asker zaferle beraber en güçlü şarabın tadına varmıştı. Şan.
Yani, biri dışında hepsi.
Ee… Şimdi ne halt edeceğim?
Wein şu anda, istikbali düşünen ve korku ile dolu olan yegâne kişiydi.