Dâhi Prens’in Ülkeyi Borç Batağından Kurtarma Kılavuzu. (İhanet ne olacak ya?) - C1 Bölüm 3.3
- Home
- Dâhi Prens’in Ülkeyi Borç Batağından Kurtarma Kılavuzu. (İhanet ne olacak ya?)
- C1 Bölüm 3.3 - HER ŞEYİN FAZLASI
Çeviri: MrVeraguth
Özet
Bu zayıf ve küçük ülkenin Prensi yalnızca tek bir şey için çabalıyor. Ülkesini satıp rahat bir emeklilik hayatı sürmek. Ne yazık ki bu yolda en büyük kösteği kendi dehası oluyor. Daha büyük işler başardıkça tebaasından daha fazla saygı ve sempati kazanıyor. Bu da hayalini gerçekleştirmeyi daha da zorlaştırıyor.
3. BÖLÜM: HER ŞEYİN FAZLASI (3. KISIM)
Jiva kabul odasına götürüldü ve orada sabırla bekledi. İlk bakışta, uzlaşmaya meyilli görünerek sessiz ve gözleri kapalıca oturdu. Yine de yüzündeki gerginlik az biraz okunabiliyordu.
Ancak bunun garip olan bir tarafı yoktu. Neticede, onun bakış açısından, şu anda düşman topraklarında bulunmaktaydı. Uzlaşmaya yollansalar dahi elçilerin öldürülmesi olağan bir hâldi. Şu anda bile askerlerin kabul odasının kapısında toplanmış olması da ihtimaller dâhilindeydi.
Sorun çıkmayacak, herhâlde.
Onu öldürmek isteselerdi çoktan yapmış olurlardı. Ayrıyeten, statüsünü ve Prens’in hakkaniyetli oluşunu da göz önüne alınca en azından konuşmayı deneyeceklerini düşünüyordu.
Bir anlaşmaya varmak en büyük sorunumuz olacak.
Onu kaygılandıran bir şey varsa buydu. Acele etmeye önem verdiğinden hasmını araştıracak pek vakit bulamamıştı. Prens hakkında belli başlı parçaları bilse de resmin tamamına hâkim değildi. Bu durumun iyiye mi yoksa kötüye mi işaret olduğundan ise emin değildi.
Endişeler zihnini kemiren kurtlar misali kafasına üşüştü. Bu esnada kapı açıldı ve içeriye beyzâ saçlı, zincifre gözlü bir kız girdi. Bir Flahm. Hazır görmüşken Natra’da Flahmların oldukça yaygın olduğunu işitmişti.
“Destur! Saltanat Naibi Prens Wein Hazretleri!”
Destur verildikten sonra odaya muhafızlarıyla beraber bir genç girdi.
“Prens Hazretleri sizi tanıma şerefini bana bahşettiğiniz için minnettarım.” Jiva methiyeler dizerken protokol gereği eğildi. “Ben Marden sefiri Jiva.”
“Ben de Natra’nın Saltanat Naibi, Wein Salema Arbalest.”
Çok genç.
Jiva, prensin daha ilk gençlik yıllarında olduğunu işitmişti. Ancak şu an göründüğü hâli ile hâlâ dahi masum bir çocuğun edasını taşınıyordu. Yine de hâl ve hareketleri mağrur bir liderinkiler kadar vakurdu. Miras aldığı kandan dolayı kral olmuş bir süsten fazlası olduğu aşikârdı. Jiva bunu aklına kazımıştı.
“Mukaddime olarak aniden çıkageldiğim için affınıza sığınıyorum.” Diyerek zarifçe konuşmaya başladı.
Bir masanın iki ucunda oturmuş şekilde birbirlerine bakıyorlardı. Ninym Wein’in arkasında notlar alıyordu.
“Bazı meselelerin acele olarak dikkatimizi gerektirdiği hususunu gayet tabii anlıyoruz. Bu sebeple buraya kadar geldiğin için sana can-ı gönülden hoş geldin diyorum.” Dedi Wein ve sonra omuzlarını silkti. “Yine de biraz alelacele olduğu ortada. Bir konuk ağırlamak için pek hazır değildik. Bu yüzden özür dilerim. Bu oda müsait olan tek odaydı. Daha resmî ve daha münasip bir yer ayarlamayı ben de isterdim fakat şartlar el vermedi.”
“Gösterdiğiniz misafirperverlikten dolayı minnettarım. Sizi gelişimden haberdar etmemiş olmak benim ihmalkârlığımdı. Beni boş bir arazide ağırlasaydınız dahi minnettar olurdum.”
“Âlâ.” Wein bunu sanki yakın bir dostuna söylüyormuşçasına gülümsedi.
Jiva Natralılar’ın onu neden sevdiğini görebiliyordu. Ancak buna tav olmayacaktı. Neticede o, Marden’in bir adamıydı ve Natra ile Marden arasındaki savaş daha yeni başlamıştı.
“O hâlde Sefir Jiva, seni buraya ne getirdi? Bu toprakların şu anda Mardenliler’e karşı pek misafirperver olmadığını biliyor olman gerek.”
Sorun tam da buydu. Jiva bir an dişlerini birbirine sürttü.
“Tabii, durumdan haberdarım.” Diye başladı Jiva. “Ordunun aksine ben size minnetlerimi sunmaya geldim. Bu topraklara sahip çıktığınız ulusum adına size için can-ı gönülden teşekkür ederim. Madenin sahipliğini tekrar bize vermek için uzlaşmaya varma niyetinizi takdir ediyorum.”
Elçinin dediklerini duyunca Ninym ve muhafızlar birbirlerine şaşkınca baktılar.
Ne?
Madenleri vermelerini emretmeye cüret etseydi askerler onun canını almakta tereddüt etmezdi. Yine de duyulmak istenen son şeyi, hem de düşman karargâhının tam ortasında söyleyiverdi.
Duruma Wein bile şaşakalmıştı. Ancak onu diğerlerinden ayıran unsur da şuydu ki
“Hmm. Anlıyorum ki kafana koymuşsun bunu.”
Odadaki herkes duraksamıştı fakat Wein sefirin niyetlerini anında anlamıştı.
Ninym bir kâğıda hızlıca bir şeyler karalayarak Wein’e verdi. Wein ne oluyor?
Diyor ki “bunların hiçbiri olmamış gibi davranalım.” Wein’in yazısı Ninym’in yazısının aksine gayet özenliydi.
Ninym bir anlığına kaşlarını kaldırdı fakat çok geçmeden olayın gün gibi ortada olduğunu fark etti. Bunun üzerine Wein ona bir anladın sen bakışı fırlattı.
Marden, madeni hemen geri almak istiyordu. Ancak herhangi bir pazarlık işlemi uzayıp gidecekti zira savaş tazminatı üzerine tartışılacak, savaş esirleri takas edilecek ve sınırlar yeniden çizilecekti. Her şeyden öte, bunların hepsi bu savaşın Marden’in Natra’yı haksız işgali olarak değerlendirilmesi üzerine yapılacaktı.
Görünüşe göre tüm bu aşamaları atlayıp ülkelerin tekrar can ciğer kuzu sarması olduğu noktaya gelmek istiyor. Bu şişman adam görünüşüne rağmen lafını hiç esirgemiyor.
Gerçi, bu durum mağlubiyetlerinin izlerini silmek istediklerinden dolayı da olabilirdi. Bu sayede, mağrur kralları Fyshtarre’nin itibarı zedelenmemiş olacaktı. Kusursuz bir hamleydi.
“Bu toprakları, Kavalinu gibi ülkelerden koruduğunuz için ulusum adına size teşekkürlerimi arz ediyorum. Kavalinu gibi düşmanlar bizi her yerden tehdit etmekteler. Müteşekkir oluşumuzun bir emaresi olarak size bir ödül takdim etmek isteriz.”
Tabii bu ödül sözüm ona bir tazminattan fazlası değildi. Toplamda ne kadar tazminat alınacağına dair bir tartışma yapılacaktı fakat şimdiye dek ortalama bir savaş sonrası pazarlığa nispeten işler pek sorunsuz ilerliyordu.
Bu anlaşma Marden için daha kârlı olacağa benziyorsa da Natra için de bariz yararlar vardı.
“Ah, bizi kurtardınız cidden. Bu maden ülkemizin can damarıdır. Eğer ki düşman bir ülkenin eline düşecek olursa o ülkeye karşı tüm ülkeyi seferber etmemiz gerekebilir.” Dedi Jiva.
Bahsedilen yararlardan birisi de buydu. Maden ile yapılacak bir diğer savaştan kaçınmak.
Natra, Polta Çoraklığı’ndaki savaşı kazanmış olabilirdi fakat bir sonraki savaş ne olacaktı? Bir kez daha kazandılar diyelim, ondan sonraki savaş ne olacak peki? Mevzubahis askeri güç olduğunda Natra’nın dezavantajlı olduğu aşikârdı. Bir noktada, Natra sınırlarına dayanacaktı. Marden’e karşı direnebilseler de bu sefer bir başka ülke fırsattan istifade üstlerine çullanacaktı.
Tabii Marden için de aynı durum geçerliydi. Ancak Wein’in, Kral Fyshtarre’nin bu durumun vahametini idrak edebileceğine dair kuşkuları vardı.
Fyshtarre kibirden ibaret biri. Ne kadar kaybederse kaybetsin tekrar denemeye çalışacaktır. Kazanacağımız bir zafer onu daha da kızdırmaktan bir şeye yaramayacak. O ülkesini batırmaya bu kadar meyilli olsa da benim buna hiç niyetim yok.
Bu savaşı tarihten silip hiç yaşanmamış saymak kötü bir fikir değildi. Kaybetmenin utancı ve mesuliyetiyle başa çıkmak olmadan doğal olarak. Marden’in kralının bu sayede biraz da olsa yatışacağı ihtimaller dâhilindeydi. O sırada Natra, Marden’den aldığı parayla askeri gücünü arttırabilirdi.
Gerçi, bu anlaşmanın zararları da yok değildi. Örneğin, milli gurur darbe almış olacaktı ki askerler, savaşarak kazandıkları bu övünç kaynağının savaşla beraber silinmesine hiç sevinmeyecekti. Marden onlara maddi tazminatta bulunsa da bu para, kimsenin kaçmış tadını yerine getirmeyecekti. Yine de Jiva’nın teklifini kabul etmek için çokça sebep vardı.
Teyit edilmiş oldu. Marden’in madenin tükeniyor olduğuna dair hiçbir fikri yok.
Gerçeği yalnız birkaç kişi biliyordu ki Wein başka bir çözüm için bekleyecek olursa felek önünde sonunda tekrar dönekliğini gösterecekti. Böylece adamlarının ona olan güveni de yerle bir olacaktı. Diğer yandan, madenin başka ülkeye satıldığını öğrendiklerinde de çileden çıkacaklardı zaten.
O hâlde, madeni Marden’e tam şu anda satsalar ne olurdu?
Madenden kâr elde etmeden madeni geri verebilirlerdi. Bu da madenin düşmekte olan kıymeti keşfedilse bile sorumlu olanın kendisi olamayacağı manasına geliyordu. Tam aksine, Marden sarayında ihtilaf başlayacaktı.
Marden iade istediğini söylese dahi Natra olayı bilmemezlikten gelebilirdi. Bu sayede, askerlerin Wein’e olan güveni biraz azalacaktı ancak güveni azalan askerler de Wein’in eylemlerinin ardındaki gerçeği öğrendiklerinde ona olan itimatları tekrar yerlerine gelebilirdi.
Bu, savaştan kaçınmak ve onlardan tonla para koparmak için son şansım.
Ninym bir kâğıda “Teklifini kabul edecek misin?” yazıp verdi.
Evet. Yine de yemlerini çabuk yutarsak bir şeyler sakladığımız ortaya çıkar. Biraz düşünüyormuş gibi davranmalıyız.
Açgözlü olma. Diye uyardı Ninym.
Sorun yok. Onları uyandıracak bir şey yapmayacağım.
Ninym Wein’e şüphe dolu bir bakış fırlattı fakat Wein karşılık olarak kendinden emin olarak göz kırptı.
Onu anlayamıyorum
Jiva’nın endişesi ise bu teklifin son çaresi olmasından dolayıydı. Biraz daha zamanı olsaydı ya da Kral Fyshtarre biraz daha cömert olsaydı başka bir yol bulabilirdi.
Ancak aslı astarı olup, Natra ile uzlaşabileceği ve kralı memnun edebileceği tek yol buydu. Jiva konuşmayı domine etmekteydi ki böyle bir teklifi kabul etmelerinin zor olduğunun bilincindeydi. Olayları tatlıya bağlamak için elinden geleni ardına koymuyordu.
Bu numaranın işe yarayıp yaramayacağı ise muammaydı.
Jiva’nın karşısında Wein sessizce oturuyordu. Jiva’nın ağzından çıkan hiçbir söz onun cesaretini kıramazdı. Wein’in şahin bakışları, hasmının gözlerini bir avmışçasına süzüyordu.
Taştan bir yapıyı tahtadan bir tokmakla kırmaya benziyor fakat şu anda geri adım atamam.
Geri adım atmamalıydı. Hisleri bu yöndeydi fakat Jiva istese de ürpermesini durduramıyordu. Madene yaptığı yolculuk gözlerinin önünden geçip duruyordu.
Bölge sakinleri lime lime olmuş paçavralar giyiyordu.
Natralı askerler onlara yemek servisi yapıyordu.
Natralı askerler geri çekildiğinde bu insanlara ne olacaktı? Toprak Marden’in eline geçtiğinde insani şartlar altında muamele görecekler miydi?
Tanrım! Neler düşünüyorum böyle? Altın madenini geri almamız lazım. Tek yapmam gereken bunu gerçekleştirmek. Sonra her şey yoluna girecektir.
Jiva tekrar tekrar gönlünü ferah tutmaya çalıştı. Wein ise bunu hissetmeye başlamıştı. “Livi”
Jiva adını yanlış telaffuz ettiğini sanarak bir süre kafası karışmış bir biçimde Wein’e doğru baktı.
Wein devam etti. “Sefti, Regis, Talfia, Karaln…”
“Prens Hazretleri, söyledikleriniz nedir acaba?”
“Adlar.” Wein soğukkanlıca açıklamaya koyuldu. Sesi Jiva’yı yarıp geçmişti adeta. “Polta Çoraklığı’nda ölmüş askerlerimin adları.”
“…” Jiva yüreğinin göğüs kafesinden fırlayacağını hissetti bir anlığına.
Akla hayale sığmayacak derecede şefkatli bir hükümdar. Wein’in tebaasının çoğu Wein’i hayli methetmekteydiler. Jiva da bunun bilincindeydi.
“Teklifin bana arz olunmuştur. İçinde bulunduğunuz vaziyetin bir yorumu da bu olsa gerek. Ancak Lort Jiva, bu koşullar altında az evvel adlarını saydığım ve saymadığım daha nicesinin ruhlarının nerede yatması gerekir? Ülkelerine hizmet eden bu insanların mezarlarını ne göstermelidir?
“Bu, ahhh.”
“ ‘Çoraklıkta ölenler burada yatmaktadır.’ diye yazmamızı önermiyorsundur herhâlde?”
Wein’in istikrarlı bakışları ve otoriter varlığının altında ezilen Jiva doğru dürüst bir cümle kuramıyordu.
Bu manzarayı gören Wein içten içe sevindi. İşe yarıyor.
Ninym ise asık suratlı görünüyordu.
Biraz fazla işe yaramıyor mu? Diye bir kâğıda yazıp Wein’e uzattı. Bu uzlaşma başarısız olursa işler senin istediğinin tam zıddı yönünde gitmeyecek mi?
Yok canım, bu kadarından bir şey olmaz. Aslında, biraz daha onun üstüne gitmek istiyorum. Wein bunları alelacele bir kâğıda yazıp Ninym’e verdi.
Neyse ki Wein nazik ve cömert biri olarak tanınıyordu. Eğer askerlerine ve yurttaşlarına değinerek hamaset dolu bir nutuk çekerse Jiva’yı ikna edebileceğinin farkındaydı. İşleri ne kadar yokuşa sürerse karşı taraftan o kadar çok altın koparabilirdi.
“Lort Jiva, buradaki insanlara nasıl bir muamele gösterildiğini biliyor musunuz?”
“Ne yazık ki evet.”
“Çok değil, birkaç zaman önce bölge sakinlerinin temsilcilerinden birisi bir ricada bulunmak için huzuruma çıktı. Benden insanlarını terk etmememi istedi. Bu isteğini de Natra’ya arz etti, Marden’e değil. Bunun manası malumunuzdur. Bu bölge sizin elinizdeyken halkın çektiği ıstırabı ve gördüğü muameleyi tahayyül etmemiz için bu rica yeter de artar bile. Diyelim ki madeni geri verdik, o zaman bu insanlara ne olacak ya? Var olan tek umutlarını da yıkarsanız geriye kalan tek şey keder olur.”
“…”
“Tüm bunları izah ettiğime göre tekrar soruyorum. Buraya ne amaçla geldiniz Lort Jiva.”
Soylu biri ol.
Jiva bir anda annesinin ona hep söylediği kelimeleri hatırladı. Hayal meyal bir anıydı. Zorbalığa maruz kalan bir çocukla göz göze gelmemek için kendisini zor tutardı. O zamanlar eve dönene kadar çenesini kapalı tutmak ve sonrasında da her şey normalmiş gibi davranmak için elinden geleni yapardı. Ancak annesi Jiva’nın bu davranışlarını yüzünden okuyabiliyordu.
Soylu biri ol. Gelecekteki senin gurur ile geriye bakabileceği biri ol.
Gönlünü fetheden sözler bunlardı. Böylece kafasına koymuştu: On, yirmi ya da otuz yıl sonra bakıp da gurur duyabileceği bir hayat yaşayacaktı.
Böyle olması lazımdı.
Ancak bu sefer de başarısızlık, baskı, kendini koruma ve savaş ile karşılaştı.
Farkına bile varmadan o güzelim çocukluk hayallerini unutuverip ışıktan, aydınlıktan çok uzak bir yola girmişti bile.
Böyle olmuştu. Bahaneler uydurup kendisine ideallerin ulaşılamaz olduğu için ideal olarak kalacaklarını söylüyordu.
Genç Prens ise çok daha kötü bir konumdaydı yine de insanlarını korumak için bir an bile tereddüt etmemişti.
“Prens Wein Hazretleri.”
“Söyle.”
“Cevabımı vermeden evvel bir soruma cevap vermenizi isterim.”
“Peki, sor bakalım.” Wein’in gözlerinde şüpheden eser yoktu. Muntazam ve çakır çakır biçimde ileri doğru bakıyorlardı.
“Arkanızda duran kişiyle ilişkiniz nedir Prens Hazretleri?”
Jiva bir zamanlar tanıdığı bir çocuğu düşünüyordu. Şu anda önünde duran Flahm kız ile aynı beyzâ saçlara sahipti.
O çocuk da bir Flahm’dı ve bunun için zulme maruz kalmıştı.
Bugün Jiva’ya bunu düşündürten neydi acaba?
Jiva en nihayetinde cevabın sırrına erebilmişti.
“Ninym benim gönlümdür.”
Onun gibi olmak istiyorum. Diye aklından geçirdi Jiva.
Bu nasıl bir soru böyle?
Wein kendinden emin ses tonunu muhafaza ediyordu fakat Jiva’nın sorusu kafasını karıştırmıştı. Sefiri şöyle bir süzmeyi denese de Jiva kafasını eğmiş ve yüz ifadesini gizlemişti.
Wein ve Ninym ise fırsattan istifade bir iki not daha yazıp birbirlerine verebildiler.
Belki nadide bir türümdür? Dedi Ninym. Batı’da bir Flahm’ın diplomatik görüşmeler sırasında mevcut olması düşünülemez bile.
O hâlde, daha evvelden söyleseydi ya da daha hissiyatlı bir şekilde. Dedi Wein.
Doğru. Belki de askerleri, tebaanı ve Flahmları ayırmıyorsun diye şaşırmıştır.
Ha-ha, durum bu kadar basit yani. Sefirimizin şefkatli biri. Yok canım daha neler.
Haklıysan görüşmeye devam etmek istemeyebilir.
Sorun yok. Bu olursa burnumdan içeri patates sokarım.
Wein Ninym’e şaka yollu cevap verirken Jiva sessizce kafasını kaldırdı.
“Prens hazretleri, gönlünüzün nasıl hissettiğini anlıyorum.” Jiva’nın yüz ifadesi daha vazıh ve daha az kaygılıydı. Omzundan bir yük kalkmıştı belli ki. “İstirhamım odur ki beni savaşta ölen askerlerinize saygısızlık yaptığımdan dolayı affediniz. Pek yanlış anlamışım durumu.”
“Hmm?”
Wein bir şeylerin yolunda gitmediğinin farkındaydı ancak konuşmayı bölmedi. Jiva devam etti “Ülkeniz adına kan dökülmüştür. Natra’nın bu topraklardaki hak iddası için cenk ettiniz. Bu bölgenin sakinlerini korumakta da karar kılmışsınız. Durumun sarahati gösteriyor ki kılıçlarımızı, yaylarımızı kuşanmalıyız.”
“Ne?”
“Hariciye Nezaretindeki son görevimin bu olduğunu düşünüyorum. Ancak Kral Fyshtarre’yi sizin kararlılığınınız hakkında uyarmak için bir an bile durmayacağım.”
“Bek…”
“O hâlde, Prens Hazretleri, alelacele Marden sarayına doğru yola koyuluyorum. Sizin ile konuşma şerefine beni mazhar görerek beni teşrif ettiğinizi söylemek isterim.” Jiva kafasını eğdi ve odadan hızlıca çıktı.
Wein ve Ninym, Jiva gözden kaybolana dek ardından bakakaldılar. Taş kesilmiş bakışları ve kilitlenmiş gözleri bir vakit sonra nihayet mühürlenmiş vaziyetten kurtuldu.
“Ninym?”
“Patatesleri getirmeye gidiyorum.”
Ağzından çıkan yalnız bunlardı.