Kadın Şövalyenin Dönüşü (Return of The Female Knight) - BÖLÜM 10
- Home
- Kadın Şövalyenin Dönüşü (Return of The Female Knight)
- BÖLÜM 10 - GERİ DÖNECEĞİM BİR YER VAR (1)
Çeviri: Dakine
Redakte: MrVeraguth
Özet
Ailesinin intikamı için hayatı boyunca acımasız kadın kılıç ustası olarak yaşayan Elena, intikamını alamadan ölmüştü. Gözlerini tekrar açtığında ise geçmişe geri döndüğünü fark etti. Gündüzleri elbise içinde olan bir hanımken, geceleri ise geleceği değiştirmek ve ailesinin yıkımını önlemek adına bir kılıç taşımaktaydı. “Sizinle evlenmek istiyorum, Prens Hazretleri,” dedi Veliaht Prense. Bunu ailesini kurtarmak için yapacaktı.
10. BÖLÜM – GERİ DÖNECEĞİM BİR YER VAR (1)
Rüzgâr yüzünü okşarken Elena, kafasını at arabasının camına dayayarak geçen manzarayı izliyordu. Görülmeye değer yemyeşil ormanın ve serinletici havanın manzarası vardı fakat Elena’nın buna vakit ayıracak havası pek yoktu.
Carlisle’in hayatını kurtardıktan sonra Elena, konağa döner dönmez yere yığılmıştı. Prens’i kurtardığı andan itibaren evlenme teklifini kabul ettiği ana kadar Elena, vücudunun her bir yanı bir kayışla parçalanmış gibi hissediyordu. Mücadele Elena’nın eğitilmemiş bedenine ağır bir yük olmuştu.
“…Haaa.”
Elena iç çekti. Carlisle’le olan konuşmasını gözden geçirmeye başladı fakat konuşulanları çözmek dahi bir muammaydı. Prens neden evlenme teklifini kabul etmişti? Elena Prens’le evlenmek için belirgin bir sebebi vardı fakat Veliaht Prensi bu teklifi kabul etmek zorunda değildi. Yakışıklı yüzü, savaş alanında yeteneği ve Veliaht Prensi olduğu gerçeğiyle Carlisle, Elena’dan daha iyi birini seçebilirdi. Carlisle, kendisini kurtardığı için Elena’yı ilk sorguladığında kolay kolay ona inanmış gözükmüyordu. Elena’nın hangi yanı onun hoşuna gitmişti ki?
‘Veliaht Prensi ne düşündüğüne dair hiçbir fikrim yok.’
Elena miğferini çıkarana dek Prens ondan iğrenmişçesine davranıyordu. Elena’nın zırhla erkek gibi görünmesine karşı uyuşmayan cinsel yöneliminden olabilir mi? Elena’nın kafası çeşitli düşüncelerle dolmuştu. Karşılaşma kısa sürdüğünden Elena, Carlisle’in maksadını kavrayamıyordu.
Elena, arkasına dönüp son kez baktığı Prens’in görüntüsünü hatırladı. Prens’in beyaz bandajından kan sızmasına rağmen Elena’nın daha çok dikkatini çeken kendisine bakan Carlisle’in yılmaz mavi gözleriydi. Elena sanki o mavi gözleri daha önce gördüğü hissine kapıldı. Daha önce gerçekten karşılaşmışlar mıydı? Tüm bunlar Elena’yı deli ediyordu fakat gerçeği öğrenmenin bir yolu yoktu.
‘Bu kadar yeter. Düşünmeyi bırak. Her şey istediğim gibi sonuçlandı zaten.’
Onun dışında her şey unutulabilirdi. Carlisle imparator olup Paveluc’un gücünü elinden almasından başka bir şeye ihtiyaç yokken Elena’nın ailesi de güvende olacaktı. Elena kendini prenses yaparsa Prens’e yardım edip zamanla onu imparator olmasını sağlayabilirdi. Ondan sonra Elena sürgüne gönderilse de gönderilmese de umurunda değildi. Hatta tekrar ailesinin yanına gönderilmesi Elena için daha iyiydi. Elena geleceği nasıl değiştireceğini düşünüp taşınmıştı. Detayları düşünmek için geç değildi. Ailesi hayatta kaldığı sürece Elena’nın herhangi bir geleceği geçmişinden daha mutlu olacaktı.
‘On gün içinde benimle tekrar görüşeceğini söyledi. O zamana dek hazırlıklı olmalıyım.’
Sophie, At arabasının camından dışarıyı seyreden Elena’ya bakarak özenle seçilmiş kelimelerle konuştu.
“Hanımefendim, kendinizi hâlâ hasta hissetmiyorsunuz değil mi?”
O gece hiç kimsenin haberi olmadan Elena’nın gittiğini bir tek Sophie biliyordu. Kırklara karışıp ertesi sabah dönen Elena’nın hâli dalgına dönmüştü. Elena kara sevdaya düşen bir kız gibi göründüğünden Sophie, o gece yaşanılanları merak etmişti. Sophie doğrudan sormak yerine dolaylı bir şekilde sormaya çalışmıştı.
Elena, Sophie’nin ışıltılı gözlerini fark edince hizmetçinin o gece ne yaptığı hususunu merak ettiğini anladı.
“Lüzumsuz merak talihsizlik getirir Sophie. Akıllı bir kızsın ve bunun farkında olduğunu biliyorum.”
“Ş-şey, evet Hanımefendim.”
Sophie istemsizce cevap verdi fakat içi tatmin olmamıştı. O gece Elena’ya bir şey olmuş olmalıydı. Yoksa baştan beri ekibin telaşla gitmeye çalıştıkları Glenn’in düğününe yolculuğun iptal edilmesinin herhangi bir nedeni yoktu.
Elena geç bir uyku için konağa dönünce bir anda kendini iyi hissetmediğini söyledi ve Blaise kalesine dönmek istedi. Dönüş yolunda gereği kadar yemek yememekten ötürü Elena, yol boyu at arabasının camından boş gözlerle dışarıyı seyredip duruyordu.
Genç hanımı uzak tutan adam kimdi? Elena o gece kendini mi kaptırmıştı? Ya Elena’nın bir bebeği varsa? Sophie’nin zihninde gerçek dışı düşünceler dönüyordu. Bu gizli sevgili sayesinde Sophie’nin taşıt tutması bile unutuldu.
At arabası Elena ve Sophie’yi Blaise kalesine geri götürürken ikisi de kendi âlemine dalmıştı.
“…Ah.”
Serin bir rüzgâr Elena’nın yüzünü okşadı. Elena başını rüzgâra doğru çevirdi ve sonsuz sayıda sıralanmış ağaç manzarasını takdirle karşıladı. Bulutsuz gökyüzü ve huzur dolu esinti garip bir şekilde heyecan vericiydi. Elena’nın zihni dağınık düşüncelerle doluyken yüreği bu yolun onu ailesine doğru götürdüğünün farkındaydı. Babasını, ağabeyini ve kız kardeşini tekrar göreceği düşüncesi Elena’nın hafifçe gülümsemesine neden oldu. Elena’nın döneceği bir yeri olması hoş bir duyguydu. Bunu korumak için de yüzlerce hatta binlerce çileye katlanırdı.
*
*
*
At arabası kaleye ulaşır ulaşmaz kapılar açıldı ve Mirabelle’in sesi çınladı.
“Abla!”
Mirabelle Elena’ya doğru koştu ve Elena arabadan tam inmeden kız kardeşini birden iki kolunun arasında buldu. İkisi sanki yıllardır ayrı kalmışçasına birbirine sımsıkı tutundular. Elena kız kardeşini iyice sarılarak gülümsedi.
“İşte döndüm, Mirabelle.”
“Seni çok özledim.”
“Ben de seni özledim. Ben yokken herhangi bir şey oldu mu?”
“Hayır. Babam eve geleceğine dair hep mektup gönderirdi fakat bu sefer bugün gerçekten eve döneceğini söyledi.”
“Babam…?”
Elena’nın babası Şövalyelerin Dördüncü Tarikatı’nın başkanı olarak daima meşguldü. O yüzden iş için çoğu zaman Başkent’teki meskende kalırdı. Elena, Blaise kalesinin halkından sorumluyken ağabeyi Derek ailenin şövalyelerinden sorumluydu. Geçmişte babasını uzun zaman görmemesi Elena için normaldi fakat şu anki durum farklıydı. Şimdiki noktainazardan Elena, babasını yirmi yılı aşkın görmemiş sayılırdı. Elena’nın karnı endişe ve heyecanla düğümlenmişti.
“O hâlde bu akşamki menü için özel bir yemek hazırlatmalıyım.”
Mirabelle sanki evvelce planları oluşturmuşçasına kendinden emin bir şekilde konuştu.
“Babamın en sevdiği yemek olan balık türlüsünü hazırlaması için aşçıyla önceden konuşmuştum.”
Mirabelle’in övgü bekleyen gururlu ve ümitli bakışları öyle tatlıydı ki Elena gülümsedi ve bir eliyle kız kardeşinin saçını okşadı.
“Aferin kızıma. Şimdi sana ev işlerinin geri kalanını devredebilir miyim?”
“Benim bir ablam var. Hiçbir şeyi devralmama gerek yok.”
Elena kız kardeşinin masum sözlerine karşı bir suçluluk hissetti. Malum Elena sahiden Prens Carlisle ile evlenirse, Blaise evinin yönetimi Mirabelle’e geçer. Elena yüreğindeki acıyla Mirabelle’in saçını tekrar okşadı. Elena’nın kız kardeşi hâlâ çok küçük ve narin görünüyordu.
“Oh, ama bunun için daha çok var.”
“Aslında hiç kimse bilemez. Belki günün birinde biriyle ilk görüşte aşk yaşarım ve onunla evlenmek isterim. Belki sen de yaşarsı-”
“Asla öyle bir şey yaşamam!”
“Garantisi olmasa da umuyorum ki bir gün evlenirsin.”
“Olmaz! Asla ablamdan daha çok seveceğim biri olmayacak!”
Elena endişeyle Mirabelle’e baktı. Fakat diğer yandan kız kardeşinin sevecenliğine minnettardı. Elena’nın, ailesine verdiği önem kadar ailesi de ona önem verdiğini bilmek onu gark etmişti.
“…Benim de. Hiçbir zaman ailemden daha değerli biri olacağını düşünmüyorum.”
“Lütfen ama. Mirabelle ailenin en değerlisi olduğunu söylemen gerek.”
Mirabelle’in ifadesi ablasını güldürdü. Sevimli küçük kuş olan kardeşi her zaman ablasını güldürmeyi başarırdı. Elena, Mirabelle’in ufak elini tutarak kaleye doğru adım attı.
“Artık içeriye geçelim.”
“Tamam abla. Bana yolculuğun nasıl geçtiğini anlat.”
“Ah, şey…”
Mirabelle’in isteği Elena’ya araba yolculuğun uzun ve çetin geçen günlerini hatırlattı. Elena, Prens Carlisle ile karşılaşıp suikastçılarla savaşmıştı fakat bu anlatılacak bir hikâye sayılmazdı.
“…Pek sıra dışı bir şey yoktu.”
Elena başka bir şey söylemedi. Sohbetin bitmesini bekleyen hizmetçiler kız kardeşlerin yanına yanaştılar.
“Hanımefendim, At arabasından bavulları nereye taşımamızı istersiniz?”
“Tümünü odama götürün.”
Elena’nın emriyle hizmetçiler her bir eliyle tertipli bir usulle bir büyük bavulu taşıdılar. Hizmatçiler, el ele giden Elena ve Mirabelle’i takip ettiler. Kız kardeşlerin ahım şahım görüntüsü seyredilmeye değerdi.
Elena çok uzun süredir soylu bir kadın olarak yaşamadığından üslubunu ayarlaması zor bulmuştu fakat dışa yansımasını izin vermeyerek incelikle yürümeye devam etti. Elena bir kontun sevilen kızı ve kale halkını yöneten kadın olarak dengesini koruması gerekirdi.
Düşük statülü insanların dertlerini anlamak ve buyurucu davranmamak da önemliydi. Elena çocukluğundan beri buna dikkat ediyordu ve geçmiş hayatında bu rolü iyi oynadığından şimdi Blaise hizmetçileri düzenli ve disiplinliydi.
Mirabelle ablasının kolunu sallayarak tekrar konuştu.
“Yolculuğun nasıldı abla? Hımm?”
“Aslında, pek emin değilim. Yolculuğun ortasında midem rahatsızlandı…”
Mirabelle Elena’nın erken geri gelmesinin nedenini merak ediyordu. Ancak Mirabelle’in tepkisi Elena’nın beklediği fırtınadan daha kötüydü.
“Ne? Bozuk bir şey mi yedin?”
“Şimdi çok daha iyiyi-”
“Demek o yüzden beklediğimden daha erken dönmüşsün. Doktor çağırıp hemen seni görmesini isteyeceğim.”
“Buna gerek yok-”
“Odada bekle, abla.”
Mirabelle, Elena’yı görmek için güneyin en şöhretli doktorunu getirdi. Birçok işi olmasına rağmen Elena, gün batımına kadar yatakta uzanıp dinlenmek zorunda kalmıştı. Sorun burada da bitmemişti. Başka bir yerde Elena’nın bilmediği bir şey yaşanıyordu.
“Bunun için size hayatınızı riske atmayı istemedim mi? Durum ne kadar kötüleşti ki Elena eve dönmek zorunda kaldı?”
Elena’nın erken dönme sebeplerini geç bilen Mirabelle’in aksine, Derek yaşananlarla ilgili önceden haberdar edilmişti. Kaleye varır varmaz Elena’ya eşlik eden şövalyeler görevlerini düzgünce yerine getirmeyi başarmadıkları için cehennemle karşı karşıya gelmişlerdi.
“Özür dilerim Efendim. Bundan sonra hayatımı tehlikeye at-”
“Artık çok geç. Şu andan itibaren antrenman salonun çevresinde on tur koşarak ilk bitenin arkasından tekrar sıraya gireceksiniz ve böylece tekrarlı devam edeceksiniz.”
Derek kararını verince hiç kimse kararından cayamazdı. Antrenman yapanlar ve onları izleyenler için unutulmaz bir hadiseydi. Böylece tüm olanlardan habersiz olan Elena, şövalyeler için basit bir genç hanımdan hayatlarını riske atacakları bir kişiye dönüştü.
Gün geçmesine karşı karanlık çöktüğünde Kont Alphord Blaise nihayet kaleye ulaştı.