Kadın Şövalyenin Dönüşü (Return of The Female Knight) - BÖLÜM 2
- Home
- Kadın Şövalyenin Dönüşü (Return of The Female Knight)
- BÖLÜM 2 - GELECEĞİ DEĞİŞTİRECEĞİM (1)
Çeviri: Dakine
Redakte: MrVeraguth
Özet
Ailesinin intikamı için hayatı boyunca acımasız kadın kılıç ustası olarak yaşayan Elena, intikamını alamadan ölmüştü. Gözlerini tekrar açtığında ise geçmişe geri döndüğünü fark etti. Gündüzleri elbise içinde olan bir hanımken, geceleri ise geleceği değiştirmek ve ailesinin yıkımını önlemek adına bir kılıç taşımaktaydı. “Sizinle evlenmek istiyorum, Prens Hazretleri,” dedi Veliaht Prense. Bunu ailesini kurtarmak için yapacaktı.
2. BÖLÜM – GELECEĞİ DEĞİŞTİRECEĞİM (1)
Elena kesin kararını verdikten sonra, yavaş yavaş kaygının üstüne zebella misali çöktüğünü hissetmeye başladı. Prens Carlisle’in maktul düşme zamanı şimdiki zamanla hâlihazırda örtüşüyordu. Katledilişin vakti meçhul kalmış olsa da suikastın ayaklanmadan önce en çok konuşulan olay olmasından mütevellit Elena, suikastın nerede gerçekleşeceğini hatırlıyordu.
Elena’nın Kaybedecek vakti yoktu. Carlisle’nin hayatını kurtarmak için ele geçen bu fırsatı kaçırırsa felaket kaçınılmaz olurdu. Blaise Kalesi başkentin güneyinde yer alıyordu. Elena’nın buradan hedef konuma gidebilmesi birkaç gün süreceğinden olabildiğince hızlı hareket etmesi gerekiyordu.
“Ağabeyimiz Derek şu an antrenmanda, değil mi?”
“Evet, her zamanki gibi. Tek bir gün kılıç kaldırmazsa herhâlde kurdeşeni olacak.”
Okşadı ve hüzünle konuştu.
“Mirabelle, bir süreliğine bir yere gitmem gerekiyor.”
“Hah? Nereye gideceksin?”
“Sadece birkaç günlüğüne gideceğim.”
“O kadar uzun mu? Ben de seninle geleceğim!”
Mirabelle Elena’nın geceliğine tutundu. Mirabelle belki erken vefat eden annelerini hatırlamadığından küçük yaştan beri ablasından ayrı kalmaktan nefret ediyordu. Elena Mirabelle’in onu anne gibi takip etmesini sevmiyor değildi ve geçmiş hayatlarında aileleri imha edilmeden evvel birbirinden ayrı kaldıkları çok az an vardı.
Bunca yıl Mirabelle olmadan yaşamak Elena’yı son derece yalnız hissettirmişti. Elena kız kardeşini şımartmak ve söylediği her şeye kulak asmak istiyordu ama zamanı değildi.
“Yalnız gitmem gerek…”
Elena hızlıca kafasını çevirdi. Prens Carlisle’i kurtarmak için en az birkaç gün uzakta olması gerekiyordu ama bir gerekçesi olmadan kayıplara karışamazdı. Kılıç ustası olarak ne yaparsa yapsın onun önünde duran kimsenin olmadığı hayat değildi bu. Herkese her manevrasını izah etmesi gerektiği bir Kont’un kızıydı.
Elena’nın hatırasında bir anı canlandı ve ona bir fikir verdi.
“Gidip Glenn’i görmem gerekiyor. Ayrıca sen benimle bu kadar uzağa yolculuk edemezsin.”
“Glenn?”
“Evet, bir müddet önce mektupla ondan haber aldım. Ama bence oraya tek başıma gitmeliyim.”
Glenn kırsal arazide yaşamını sürdüren ve Blaise ailesinin uzak bir akrabası olan bir baronesti. Hem Elena’yı hem de Mirabelle’i severdi. Sık ziyarete bulunmadığı hâlde güneye her geldiğinde Blaise Kalesi’ni ziyaret etmeye özen gösterirdi. Elena, Glenn’in düğün hazırlıkları yüzünden gergin olduğunu hatırlıyordu. Elena’nın geçmiş hayatında sadece Glenn’in düğün gününe onu tebrik etmek için katılmıştı ama şimdi herhangi bir vesileyle Blaise Kalesi’nden çıkması gerekiyordu. Glenn’in çocukluktan beri Elena’nın muteber bir tanıdığı olması iyi bir bahane yaratıyordu.
Elena yanlış hatırlama ihtimalini merak ederek tedirgince Mirabelle’e göz attı ama talihine Mirabelle Glenn hakkında biliyormuşçasına dingin bir bakışla konuştu.
“Yine de tek başına gitmek zorunda mısın? Glenn hakkında endişeliysen, başka birini gönderebilirsin…Sadece neler olup bittiğini görmek için o kadar uzağa yolculuk edemezsin. Ayrıca bu evin ablam olmadan bir manası yok.”
“Bazı sebeplerden ötürü bir düğün, bir kadının hayatındaki en önemli olaydır. Şahsen ziyaret etmem gerekir.”
“Ama…”
“Glenn’in çok sorumluğu var ve her gün bu sorumlulukların üstesinden gelmek için çabalıyor. Oraya bizzat gidersem fazlasıyla yardımım dokunur.”
“…Tch.”
Mirabelle bu durumu beğenmeyerek somurttu ve Elena ise buna karşılık iç çekti. Eğer gelecek Elena’nın Prens Carlisle’i kurtarmasına bağlı olmasaydı kız kardeşinin yanından uzunca süre ayrılmazdı.
“Ablam kendi iyiliği için oldukça latif.”
Elena bu sözlere karşı hafifçe gülümsedi. Ailesinin uğuruna dünya kanla lekelense umurunda değildi. O yüzden “latif” kelimesi oldukça aykırıydı bunun için. Prens Carlisle’i kurtarmak için elini ne kadar kana bulayacağını kestirmek imkânsızdı. Fakat Elena masumca gülümsedi.
“Gelirken sana bir hediye getireceğim.”
“Gerçekten mi? dört gözle bekliyor olacağım.”
“Evet. Sevdiğin bir şeyi alacağım, o yüzden sabırlı ol.”
“Oley!”
Mirabelle Elena ile olan ihtilafını unutmuşçasına, simasında nergisler misali serpilen bir tebessümle gülümsedi. Evet, Elena bu gülümsemeyi korumak için cehennemin zebanisi olmakta bir sakınca bulmuyordu.
“O zaman evde usulca beklemelisin. Babamız geri döndüğünde ona Glenn’in düğünü için yardıma gittiğimi söyle.”
“Tamam. En kısa zamanda geri dönmelisin Abla.”
“Söz veriyorum. Sadece Derek’le vedalaşıp bir an evvel yola çıkacağım.”
“Hemen mi?”
“Ne kadar erken gidersem o kadar erken geri dönerim.”
Mirabelle’in ifadesi somurtkan bir hâl aldı. Ama çok geçmeden yüzüne renk geldi.
“O zaman şeften yolda yiyebilmen için yemek hazırlamasını isteyeceğim.”
“Bunu yapmana gerek yok–”
“Bu süre zarfında git ve Derek’le konuş!”
Mirabelle olabildiğince hızlı bir şekilde odadan çıktı ve Elena onun gitmesine üzgünce gülümsedi. Mirabelle düzgün koşamayan mukavemetsiz bir çocuktu. On yedi yaşında olmasına rağmen, yaşına göre küçük ve zayıf olmasının yanında ön dört yaşında gösteriyordu. Elena onun yavaş koştuğunu görünce endişeliydi ama gayretinden etkilenmişti. Düşünmeden edemedi ki gerçekten evine geri dönmüştü.
Elena bir anlık minnettarlığın ardından çabucak kendine geldi ve çalışma masasına oturdu. Glenn’in düğününe yardım etme bahanesiyle konuttan ayrılmayı planlıyordu fakat, onu sahiden ziyaret edip edemeyeceğinden emin değildi. Her ihtimale karşı Glenn’i bir güzellik uzmanına yönlendirmeye ve zor bir durumdan kaçınmak için onu önceden haberdar etmeyi amaçlıyordu. Elena, düğün için yardımda bulunacağına dair Glenn’e bir mektup ve başkentin en ünlü kuaför salonuna da başka bir mektup yazdı. Kont Blaise mührünü taşıyan her iki mektup da derhâl gönderildi.
*
*
*
“Haaa!”
Antrenman salonundan keskin bir ter kokusu ve ağır solukların sesi geliyordu. Şövalyelerin grup hâlinde antrenman yaptığı geniş alanların aksine ağabeyi ve Kont’un varisi Derek, bu sakin ve konforlu mekânı tercih ediyordu. Derek tüm dikkatini vücut formlarına vermişti ve Elena’nın girişinden habersizdi. Elena tek kelime etmeden ağabeyini bir anlığına sessizce gözlemledi.
“…Ağabeyim.”
Elena, tek başına yaşamak zorunda kaldığı bu uzun zaman boyunca yüreğinin bir kenarında Derek’e karşı kin tutuyordu. Mirabelle’i kurtarmaya çalışırken Elena’yı durdurmakla kalmayıp…
Onu kurtarmak için kendini feda etmişti.
Elena, Mirabelle’i tehlikede bırakarak kalenin dışına ağabeyi tarafından sürüklenmişti ve sersem sepelek rüya mı gerçek mi ayırt edemediği bir hâl içerisindeydi. Hizmetçilerin çığlıkları havada yankılanıyordu ve kanın kokusu burnunu yakıyordu. Şövalyelerin ağır adımlarının ve bağırışlarının sesi vardı.
Elena o zamana kadar yalnızca bir kontun kızıydı ve bu kâbusa karşı kendini çaresiz bulmuştu. Nihayet Derek elini kaldırıp ona tokat atmıştı. Yüksek sesli bir şaplakla yüzü yana doğru savrulmuştu. Elena’nın daha önce hiç vurulmamış olan yanakları hemen kızarıvermişti. Ancak gözleri farkındalıkla genişlemişti. Derek kız kardeşinin yüzünü avuçlarıyla tutup gözlerinin içine bakarak ciddi bir biçimde konuşmuştu.
— Elena, kaçman için sana biraz zaman kazandırabilirim. Arkana bakmadan Arden’e git. Ailemizin güvenli evi orada dolaysıyla neler olup bittiğini çözene kadar saklanman gerek.
Elena, Derek’in ne dediğini tam idrak etmemişti ama dehşetli gözlerine karşı başıyla onaylamıştı. Yaklaşan sesleri duyabiliyordu ki Derek kılıcını çekivermişti. Elena’ya geri döndü ve tekrardan konuşmuştu.
— Git. Git ve hayatta kal, kardeşim.
Ağabeyini gördüğü son sefer buydu. Ağabeyinin sırtının gitgide uzaklaştığını izledi sonra dönüp ters yönde koşmaya başlamıştı. Yaşamak için yapmamıştı. Oldukça yılgın olduğundan basitçe ağabeyinin sözünü dinlemişti. Dehşet içindeki zihninden aziz ağabeyi Derek’in kendini feda ettiğini elbisesi yırtılana ve çıplak ayakları kanla kaplana dek fark etmemişti. Neredeyse hiçbir şey görememesine rağmen kapkaranlık ormanda koşmaya devam etmişti. O karanlık gece Elena’nın tüm hatıratındaki en korkunç geceydi.
Elena, babasının ve ağabeyinin ele güne karşı duvara asılan burkulmuş cesetlerini ancak sonradan tespit edebilmişti. Onları gördüğünde vücudundaki kanın çekildiğini hissetmişti. Ağzından tek bir kelime bile çıkamamıştı. Yer ve gök, Elena’nın üstüne çökmüştü âdeta. Ailesinin peşinden gitmek istiyordu ama o kadar hiddetli ve perişandı ki kendi canına dahi kıyamıyordu. Ağabeyi onun yaşamını sürdürmesini istiyordu.
Elena için halmak felaketti. Kendisiyle beraber ailesinin ölümünün yükünü taşımak ağır ve boğucuydu. Elena, ağabeyi onu kurtardığı ve kendi hayatını feda ettiği için ona oldukça darılmıştı. Haddizatında Derek her daim ürkütücü ve baş etmesi zor biriydi. Ağabeyi, Kont’un varisi olarak büyürken babası kadar pervasız olup çıkmıştı. Çocukken Elena’nın ağabeyi nadiren teşekkür eder veya özür dilerdi. Bundan dolayı Elena, tüm şövalyelerin aynı tavra sahip olup olmadığını merak ederdi.
Nihayetinde ağabeyi kahramanlara layık şekilde ölmemiş olsa da kendisini feda etmişti. Elena ona karşı ne minnettarlığını ne de dargınlığını beyan edebilmişti. Elena’nın ona söylemek istediği tüm sözler yüreğinde bir dağ olmuştu. Tuhaftır ki Elena ancak ağabeyi öldükten sonra onu ne kadar sevdiğini fark etmişti. Kendisini kimsesiz bıraktığı için onu suçlamıştı…
karşı öfkeli olduğu kadar onu özlemişti.
“Ne zamandan beri oradasın?”
Derek Elena’nın mevcudiyetini geç fark edip alçak bir sesle düşüncelerini böldü. Elena cevap vermeden önce boğazını temizledi.
“Deminden beri.”
“Ne var?”
Elena, ağabeyiyle iletişim kurmakta zor bulduğu geçmişin aksine Elena’nın yüreği apaçık sözlerine karşı ısındı.
“Düğün hazırlıkları için Glenn’e yardım etmek için birkaç günlüğüne gideceğim. Sadece ağabeyimle vedalaşmak için uğramıştım.”
“Tamam. Dikkatli ol.”
Derek yüzünde lakayt bir ifade ile kılıcını temizlemeye başladı. Elena dönüp birkaç adım attıktan sonra durup tekrar ona baktı. Hem şimdiki hem de geçmişteki Derek’in gözlerinin önünde birleştiğini gördü.
“Ağabey.”
“…?”
Derek, sanki konuşma onun için çoktan bitmiş gibi şaşkınca Elena’ya baktı. Ardından, Elena’nın dalgalı sarı saçları ve mücevher gibi ışıldayan kızıl gözleriyle parlak güneş ışığı altında göründü.
“…gerçekten teşekkür etmek istedim.”
“Ne?”
Derek şaşırmış bir şekilde sordu ama Elena gizemli yüz ifadesiyle yoluna devam etti. Derek başını yana eğdi. Elena sanki dünden farklı görünüyordu. Onun değerli kız kardeşiydi ama çok da samimi değillerdi. Aralarındaki mesafenin artışını seyrederek endişeli bir sesle mırıldandı.
“O değil de… muhtemelen yanına yeterince muhafız almayacaktır.”