Kadın Şövalyenin Dönüşü (Return of The Female Knight) - BÖLÜM 7
- Home
- Kadın Şövalyenin Dönüşü (Return of The Female Knight)
- BÖLÜM 7 - CANAVAR OLSA DAHİ UMRUMDA DEĞİL (2)
Çeviri: Dakine
Redakte: MrVeraguth
Özet
Ailesinin intikamı için hayatı boyunca acımasız kadın kılıç ustası olarak yaşayan Elena, intikamını alamadan ölmüştü. Gözlerini tekrar açtığında ise geçmişe geri döndüğünü fark etti. Gündüzleri elbise içinde olan bir hanımken, geceleri ise geleceği değiştirmek ve ailesinin yıkımını önlemek adına bir kılıç taşımaktaydı. “Sizinle evlenmek istiyorum, Prens Hazretleri,” dedi Veliaht Prense. Bunu ailesini kurtarmak için yapacaktı.
7. BÖLÜM – CANAVAR OLSA DAHİ UMRUMDA DEĞİL (2)
“Ha, ha.”
Elena yorgunluktan nefes nefese kalmıştı. Elena, böyle bir görevi geçmiş hayatında kolayca atlatabilirdi fakat şu an formunun zirvesinde değildi. Prens’le beraber güvenli bir yere ulaşmayı başardıktan sonra Elena, Carlisle’in durumunu kontrol etti. Prens’in beti benzi atmıştı. Elena, onun yaralı hâliyle nasıl bu kadar uzun süre dayandığına akıl erdiremedi.
“Prens Hazretleri, yere ininiz lütfen. Yaranızı kontrol edelim.”
Elena attan inerek Prens’e elini uzattı. Carlisle, sanki attan inmeye çalışan bir çocukmuş gibi yardım etmeye çalışan Elena’ya küçümseyici bir bakış attı. Fakat Prens, delici bakışlarına rağmen yine sessizce kendisine uzatılan eli kabul etti. Prens attan inip bir ağaca yaslanarak gömleğini elbisesini yırttı. Elena onu ilk gördüğündeki sağ kolunu kaplayan sert, kertenkele puluna benzer derisi normale dönmüştü.
“Ah…”
Sanki pullar hiç oluşmamış gibiydi. Fakat Elena olan biteni yanlış anlayacak kadar saf biri değildi. Carlisle, Elena’nın duraksama nedenini hemen anladı.
“Kolumun nasıl normale döndüğünü mü merak ediyorsun?”
Prens’in sesinde hoşnutsuzluk vardı. Elena tabii ki merak etmişti ama şu an Carlisle’i tedavi etmenin daha önemli olduğunu biliyordu.
“İlk önce yaranızı tedavi edeceğim.”
Şükür ki Elena acil bir duruma karşı ilaç taşımıştı ancak ne yazık ki zırhının içine sığması için çok miktarda ilaç getirmemişti.
“Bu işlem biraz canınızı acıtacak, Prens Hazretleri.”
Carlisle, mavi gözleriyle sakince ilacı çıkaran Elena’ya dik dik bakıyordu. Fakat Elena Carlisle’in iri ve ufak yaralarına bakakalmıştı. Prens’in vücudu, farklı yerlerinde olan birkaç yaradan ziyade eski, derin yara izleriyle doluydu. Elena yaralarına dokunduğunda bile Carlisle’in ağzından çıt çıkmamıştı. Elena böyle durumların Prens için çok aşina olduğunu düşündü.
‘…Neyse ki Veliaht Prensi’nin başarı hikâyeleri mübalağa değildi.’
Aklına gelmişken Elena Veliaht Prensi ilk kez görüyordu. Prens hakkındaki berbat rivayetlerden bir tanesi de Prens’in büyük, kıllı ve çirkin olduğu yönündeydi. Elena onun gerçekten bu kadar yakışıklı olacağını tahmin etmemişti…
Elena onu tedavi ederken yırtık kıyafet uçlarından görünen sıkı, sert kaslarını fark etti. Prens ideal bir adam gibi görünüyordu. Hatta onun uzun ve yakışıklı olması, savaş alanında yaşayan bir adamdan ziyade şehirde delice eğlenen bir adam hovardaya daha çok benzemesine neden oluyordu.
Ancak Prens’in tehlikeli bir aurası vardı. Carlisle’in yerde otururken bile varlığının yaydığı his o kadar yoğun ve tesir ediciydi ki Elena onun bir zayıflığını yahut zaafını bulamıyordu. Elena Ruford’un nasıl bir imparator olduğunu tekrar hatırladı: Harpten haz alan bir devlet. Ruford İmparatorların birçok lakapları vardı. Cani, Kanlı İblis, Fatih… Elena tüm bu lakapların güçlü bir aurası olan önündeki adama yaraştığını düşündü. Elena sessizce ona kısa bir bakış attığında Carlisle önceden daha da keskin bir sesle konuştu.
“Benim ordumdan olduğunu düşünmüyorum. Beni hangi amaçla kurtardın?”
Elena bu soruya nasıl cevap vereceğinin üzerinde düşünüp taşınmıştı. Prens’i kurtarmak kolay değildi ama Elena onunla konuşmanın daha çok can sıkıcı olduğunu buldu. Yine de ona bir cevap vermekte kararlıydı.
Elena Carlisle’in Paveluc’u yenerek imparator oluncaya dek yaşamaya devam edeceğini umut ediyordu. Elena ona yardım etmek için de her şeyi riske atmaya hazırdı. Carlisle’i imparator yapmak zor olacaktı ve bunu yaparken pusuda bekleyen tehlikeleri tespit etmenin bir yolu yoktu. Elena bunu Prens’e bildiremezdi.
“…Prens Hazretleri.”
“Söyle bakalım.”
Elena, Carlisle’in gücünü görünce onun tahta layık olduğunu kabul etmişti. Elena, eğer Carlisle hayatta olsaydı Paveluc’un tahtı bu kadar kolay ele geçiremeyeceğini anlatan dedikoduları hatırladı.
Elena’nın soylu bir kız olarak doğması, babasının seçtiği bir adamla evlenmesi demekti. Elena geçmiş hayatında ailesi öldürüldüğünde bu sorumluluklar da ortadan kalkmıştı ama artık durum öyle değil. Şimdiki Elena, Blaise ailesine en çok menfaat getirecek bir adamla evlenmek zorundaydı. Eğer öyleyse de… O adam Elena’nın tam karşısında oturuyordu.
Elena Prens’i baştan aşağı inceledi. Prens’in keskin bir çenesi, yüksek bir burnu ve hiddetli mavi gözleri vardı. Leylî saçları, beyzâ teni ile yoğun bir tezat oluşturuyordu. Elena onun sağ kolundaki canavara benzer pullarını hatırladı ancak şükür ki o pullar şu an görünürde değildi. Carlisle, onu sessizce incelemeye devam eden Elena’ya karşı gözlerini kıstı.
“Pekâlâ eğer–”
Carlisle konuşmaya devam edecekti.
“Sizinle evlenmek istiyorum.”
“…Ne?”
Carlisle’in soğukkanlı ifadesi hızlıca şaşkınlığa dönüştü. Elena kendini tekrarladı.
“Lütfen benimle evlenin, Prens Hazretleri.”