Kadın Şövalyenin Dönüşü (Return of The Female Knight) - BÖLÜM 9
- Home
- Kadın Şövalyenin Dönüşü (Return of The Female Knight)
- BÖLÜM 9 - SEN ELENA BLAISE'SİN (2)
Çeviri: Dakine
Redakte: MrVeraguth
Özet
Ailesinin intikamı için hayatı boyunca acımasız kadın kılıç ustası olarak yaşayan Elena, intikamını alamadan ölmüştü. Gözlerini tekrar açtığında ise geçmişe geri döndüğünü fark etti. Gündüzleri elbise içinde olan bir hanımken, geceleri ise geleceği değiştirmek ve ailesinin yıkımını önlemek adına bir kılıç taşımaktaydı. “Sizinle evlenmek istiyorum, Prens Hazretleri,” dedi Veliaht Prense. Bunu ailesini kurtarmak için yapacaktı.
9. BÖLÜM – SEN ELENA BLAISE’SİN (2)
“Kraliyet ailesine kuşaklar boyu hizmet eden Şövalyelerin Dördüncü Tarikatı’ndanım.”
“…Elena Blaise.”
Elena, Prens’ten ismini duyunca serseme döndü. Elena’yı tanıyor muydu? Nasıl? Elena Carlisle’e kuşkuyla dolu bir bakış attı.
“Beni tanıyor musunuz?”
Elena bunu hiç öngörmemişti. Prens Carlisle çocukluğundan beri savaş alanlarındaydı ve daha önce hiç havas içinde görülmemişti. Prens, Başkent’in güney bölgesinde yaşayan Elena’yla karşılaşmasının imkânı yoktu. Elena, kont olan babası veya vâris olan ağabeyi gibi değildi. En büyük kız çocuğunun bilinmesinin ihtimali düşüktü. Bu ihtimal havaya atılan bir iğnenin Elena’nın kafasına düşmesi gibiydi.
Elena kendisinin Veliaht Prensi ile geçmiş bir karşılaşma ihtimalini düşünüp taşınırken kafası karışık bir ifadeyle Carlisle’e baktı. Yine de Prens’in nasıl adını bildiğini bir türlü çözemedi. Aynı esnada Carlisle’in şaşkın ifadesi yerine alışıldık olan gizemli, stoik yüz ifadesi belirdi.
“Benim tehlikede olduğumu nasıl bildin? Ayrıca ne ara kılıç dövüşünde iyi oldun?”
Elena, Carlisle’in ani sorusuna karşı karışık olan zihnini boşaltıp hazırladığı cevapları tertiplemeye başladı. Elena Prens’e gerçeği söyleyemezdi fakat yine ona makul bir cevap verebilirdi. Eğer Elena ona gelecekten geldiğini ve onun suikasta uğrayacağını bildiğini söylerse, Prens onun deli bir kadın olduğunu düşünecekti.
“Ailemin içinde… kılıç dövüşmeyi öğrenmemem gerekiyor. O yüzden tek başıma dışarı çıktım ve Veliaht Prensi’n tehlikede olduğunu görüp ona yardım ettim.”
“Demek tesadüftü, öyle mi? Bütün bunlar?”
Elena Carlisle’in gözlerine bakarak kendisine inanmadığını anlayabiliyordu. Elbette inanmazdı. Elena’nın iddiasında pek çok boşluk vardı. Hepsi yalandı. Lakin Elena dikkatli bir şekilde bahanelerini düşünmüştü ve ayrıca Prens’in hayatını kurtaran kendisiydi. O yüzden kuşku edilecek bir durum olsa dahi Prens, Elena’dan şüphelenemezdi. Elena’nın kötü niyeti olsaydı Prens’in hayatını kurtarmak için kendi canını tehlikeye atmazdı. Elena’nın davranışları herhangi inandırıcı bir açıklamadan daha çok konuşmuştu. Ancak…
Elena hazırladığı sözleri söyleyemeden Carlisle başını onaylarcasına salladı.
“Pekâlâ… Eğer öyle diyorsan.”
“Ne?”
Demin Carlisle Elena’yı dinlemek için istekli değildi. Dolaysıyla Prens’in iş birliği Elena’yı gafil avlamıştı. Carlisle yumuşak bir sesle konuşmaya devam ederken Elena, kafası karışık bir ifadeyle bakmaya devam etti.
“Sana inanıyorum.”
Ne? Neden Elena’ya inansın? Elena ağzından çıkmaya can atan soruları zar zor tuttu. Bu, nereden bakılırsa bakılsın iyi bir sonuçtu ve Elena gereksiz sorularla atmosferi bozmak istemiyordu. Carlisle fikrini değiştirirse durum daha da karmaşık bir hâl alırdı. Elena sessizce önündeki adamı gözlemlerken Carlisle’in daha çok meraklı bir mizacı vardı.
“Birdenbire neden bana evlilik teklifi ettin?”
Prens demin evlenmeyeceğini belirtmişti fakat şimdi hiçbir şey olmamış gibi davranıyordu.
“Az önce benimle bu biçimde konuşmuyordunuz.”
“Şimdiki durum farklı.”
“Nasıl farklı?”
“Çünkü sen Elena Blaise’sin.”
“Ne?”
Hiç beklenmedik bir cevaptı.
“Benim soruma cevap vermediniz o yüzden tekrar sorayım. Beni tanıyor musunuz Prens Hazretleri?”
“Sen beni tanımıyor musun?”
Prens’in gözleri garip bir şekilde parıldadı. Elena hayatında hiç Veliaht Prensi’ni görmemişti. Ayrıca bu kadar yakışıklı bir yüzü unutacak kadar hafızasının zayıf olduğunu da düşünmüyordu.
“Bugün ilk defa sizi uzaktan görür görmez sizin Veliaht Prensi olduğunuzu anlamıştım.”
“Ben onu kastetmiyordum.”
“Daha önce karşılaşmış mıydık?”
“Hafızanda yoksa karşılaşma da yoktur demek.”
Carlisle’in muğlak cevabıyla Elena’nın kafası iyice karışmıştı. Elena biraz düşünmek için durakladığında Carlisle tekrar konuştu.
“Şimdi artık soruma cevap ver. Neden bana evlilik teklifi ettin?”
“Şey, çünkü…”
Durum ne olursa olsun, Elena Carlisle’le evlenmek istemesi gerçeği değişmedi. Elena sakin bir sesle devam etti.
“Blaise ailesi soylu bir ailedir. O ailenin bir kızı olarak ben Veliaht Prensi’nin halef imparator olmasını arzuluyorum. Naçizane kuvvetimin size yardımı dokunacaksa ne âlâ.”
Tam klişe bir sözdü. Elena, sanki üst rütbeyle evlenmeye heveslenen soylu bir kadın gibi görünmüştü. Sanki eşini imparator yaparak en yüksek rütbeli kadını olmak istiyormuşçasına konuşmuştu.
“Sen benim imparator olmamı mı istiyorsun?”
“Evet, Prens Hazretleri.”
“Ailen de asillerden?”
“…Evet.”
Carlisle’in ifadesinde hiçbir değişiklik yoktu ama Elena onun bir yerde kararsız kaldığını hissedebildi. Elena endişeyle yutkundu. Öyle çaresiz hissediyordu ki iki dizinin üzerine çöküp Prens’in eteğini öperek kendisiyle evlenmesi için ona yalvarmak istiyordu.
Kral Pevaluc ile baş etmek için Elena, Prens Carlisle’in yanında yer alıp nüfuzlu bir mevkiye sahip olmalıydı. Carlisle sarayın politikasını herkesten daha iyi anlardı. Ayrıca Elena, Kraliyet ailesinin bir üyesi olarak özgürce saraya girip çıkabilirdi. Eğer Elena Prens’in yanında duramazsa onu nasıl her tehlikeden kurtaracaktı? Prens Carlisle burada ölmesi gerekirdi dolaysıyla hayatta kalmasının geleceği nasıl etkileyeceği belirsizdi.
Prens ya teklifi reddederse? Elena kafasında Carlisle’in verebileceği sonsuz cevap olasılıklarına göre yanıtları düşündü. Elena’nın beyni neredeyse patlayacaktı. Carlisle’in sıkıca bastırılmış dudakları sonunda açıldı.
“…Senden bir evlenme teklifi hiç beklemiyordum.”
“Sizin gücünüz olmak istediğimi söylerken samimi bir şekilde kastetmiştim. Evlenmek istemeseniz de yanınızda yer almayı vaat et–”
“İstemediğimi kim söyledi?”
“Efendim?”
“Düşünceyi beğendim.”
“N-ne? Kabul mu ediyorsunuz?”
Elena ona şüpheci bir bakış atarken Prens tekrar ağzını açtı. Carlisle, delici bakışlarıyla mavi gözlü bir iblise benziyordu.
“Evlenme teklifini kabul ediyorum.”
Elena’nın keskin nefes alışı duyuldu. Galiba Prens Carlisle için de fena bir teklif değildi. Yasaya göre Veliaht Prensi, soyluluk derecesi konttan daha düşük olmayan bir kadınla evlenebilirdi ki bu, Elena için bir kıl payı kurtuluştu. Kendinden daha yüksek hiyerarşi birisiyle evlenmeye çalışmak kolay değildi. Fakat Elena gibi kılıç kullanmada yetenekli bir gelin bulmak da kötü bir seçim değildi. Elena’nın kalbi istediği cevabı alınca gümbürdedi.
“Sana bunu sormak lazım: Benim ilk gelinime dair kehaneti biliyorsun. Kararına dair bir pişmanlık duyuyor musun? Ayrıca biliyorsun… bir canavar olabilirim.”
Carlisle’in bakışları sağ koluna kaydı. Elena kaşlarını endişeyle çattı fakat detaylar hakkında soru sormaya tereddütlüydü. Elena sessiz kalınca Carlisle temkinli bir sesle tekrar konuştu.
“Soruya cevap vermeden iyice düşünmelisin. Bu senin için son kaçış şansın olabilir.”
Carlisle’in yalnızlık ifadesini kaçırmayan Elena, şu an onun sırlarını öğrenmenin zamanı olmadığını anladı. Acele etmek için bir neden yoktu. Elena gelecekte Prens’in gizemlerini çözmek için zaman ayırırdı.
“Canavar olsan umurumda değil.”
“Neden? Gerçekten bir imparatoriçe mi olmak istiyorsun?”
“Evet. Eğer imparator olursanız, bir imparatoriçenin yapacağından daha fazlasını yapabilirim.”
Carlisle’in yüz ifadesi sanki vereceği yanıt beklenmedik bir yanıt olacakmışçasına kurnazca değişti.
“Ne gibi mesela?”
“İmparatoriçe olarak beni layık görmüyorsanız eğer–”
“Öyle bir düşüncem yok.”
“Efendim?”
“Bunu unutma. Bana gelen sendin.”
Elena Carlisle’in cevabına karşı tuhaf hisseti. Prens, ona bir ava bakar gibi baktı, Sanki Elena’nın kaçma fırsatı çoktan elinden alınmış gibiydi. İkisi birbirine bakarken sessizlik aralarındaki boşluğu doldurmuştu.
Aniden Elena gitgide yaklaşan at toynakların sesini duydu. Buraya doğru gelen birileri vardı. Elena hızlıca yerden kalkarak kendisini ve Prens’i takip eden suikastçıların olma ihtimaline karşı kendini hazırladı. Sonra bir bağırış sesi yükseldi.
“Prens Hazretleri! Veliaht Prensi!”
“Neredesiniz?”
Elena nida edenlerin yönünde uzakta dalgalanan bir bayrağı görebildi. Altın çerçevesiyle ve ortasında dişlerini gösteren siyah ejderhasıyla şaşaalı bir bayraktı. Veliaht Prensi’nin muhafızlarına ait bir semboldü. Carlisle yeni varan adamlarına karşı onaylamazcasına surat astı.
“…Geç.”
“Prens Hazretleri, aralarında hâlâ suikastçılar olabilir.”
Diye uyardı Elena.
“Artık önemli değil. Muhafızlarım vardı.”
“Ama–”
“İlk karşılaşmamız yüzünden beni aciz görüyorsun.”
Elena ithama karşı irkildi. Prens haksız değildi. Elena Prens’in selameti hususunda öyle endişeliydi ki kimseye güvenmeyi göze alamazdı. Yarasına rağmen Carlisle, Elena’nın miğferini yerden aldı.
“Evlenmeyi seçtiğin adan güçsüz bir adam değil. Hiçbir şey hususunda endişelenmeden git. Şimdi kaybolmazsan yakalanırsın.”
“Prens Hazretleri…”
“Kılıç yeteneğini olabildiğince gizli tutmaya çalış. Böylesi daha güvenli olacak.”
“…Anladım.”
Elena Prensle hemfikirdi. Elena’nın becerileri açığa çıkarsa hedef haline gelirdi. Gölgelerde hareket etmek daha iyiydi.
Elena gitmek için harekete geçse de yine Carlisle’i yalnız bırakmaktan endişelenmişti. Carlisle aceleci bir tavırla atın dizginini alarak Elena’nın ellerine bastırdı.
“On gün içinde seninle tekrar görüşeceğim.”
“Lütfen…kendinize iyi bakın, Prens Hazretleri.”
Elena kendini ata binmeyi zorladı ve son kez Carlisle’e baktı. Prens ayakta tamamen durgun, mavi gözleriyle Elena’yı seyrediyordu. Nihayet Elena, son bir uyarıyla atın dingini çekip hızlıca mekândan ayrıldı.
“Lunen’in Düküne dikkat edin.”
Paveluc gelecekte tahtı ele geçirecek hain bir kraldı fakat şimdilik Lunen dukalığını yöneten bir grandüktü.
Carlisle, Elena’nın atı üzerinde uzaklaşan figürüne baktıktan sonra meraklı bir şekilde mırıldandı.
“Dayıma mı dikkat edeyim? Beni şu an endişelendiren o değil ki…”
Her halükârda soruya yanıt verebilecek kişi çoktan ayrılmıştı. Carlisle dingin bir şekilde durmaya devam etti. Ta ki Elena gözden kaybolana dek.
*
*
*
Muazzam bir şatonun içinde,
Bembeyaz bir haber güvercini dünyanın dört bir yanından gelmiş nadide mücevherlerle dolup taşan hazine odasına doğru süzüldü. Bir cariye dikkatlice mektubu kuştan aldı.
Odanın ortasında lüks bir biçimde dekore edilmiş bir kanepe vardı. Kanepede baştan aşağı zarafeti yansıtan orta yaşlı bir kadın oturuyordu. Kadın sessizce mektubu teslim aldı ve kısa cümleyi için için okudu. Aniden avcundaki kâğıdı buruşturdu.
“…Ne kadar da beceriksiz!”
Kadının hoşnutsuz sesi cariyenin başını kaldırmasına neden oldu.
“Bir sorun mu yaşandı?”
“Bir şey yok, dönebilirsin.”
“Anlaşıldı Majesteleri.”
Kadın, şu anki İmparator Sullivan’ın eşi ve Ruford İmparatorluğun 12. İmparatoriçesi olan Ophelia’ydı.
Aynı zamanda Carlisle’in üvey annesiydi.
Ophelia cariyenin gidişini izledikten sonra kâğıdın ucunu yakında duran mumun alevine doğru uzattı. Mektuptaki kelimeler tedricen kararıp yanmaya başladı.
Veliaht Prensi Carlisle’in suikastı başarısızlıkla sonuçlandı.
“Prens Carlisle, keşke orada ölseydim diye yalvaracaksın.”